Turnalar Sıcak İklimlere Göçüyordu - Hacer Yeni

Hiçbir şey senin değildir. Buradaysan bilirsin. Neyin olursa olsun, ancak gönül ekersen gönül biçersin. Arar ve bulursun. Bilirsin ki kısmeti bağışlar gökler ancak buna layık olmadığında her şey un ufak olur bozkıra karışır. Sen bir yere gidemesen de ruhun seni terk eder, yollara düşer. Şanslıysa bir güvercin kanadına girip aşıkların kabesine kadar uzanır, eksik olan yerlerini tamam eder. Başka bir bedende yaşar gider. Ve en sonunda her şey aslına rücu eder.
Her şeyden önce; neredeyse Ferit Edgü'nün "Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı"sı kadar güzel bir isme sahip Turnalar Sıcak İklimlere Göçüyordu. İsmini duyar duymaz aklıma Hüsnü Arkan'ın Rojin'le beraber söylediği Dağlar şarkısı geldi: "Dağlar ne vakittir turna görmedi..." diyordu şarkıda, acaba Hacer Yeni de ne vakittir turna görülmeyen dağları mı anlatıyordu? Böyle yersiz ve büyük beklentilerle aldım kitabı elime; elbette aynı büyüklükte oldu hayal kırıklığım da...

Hacer Yeni genç bir kalem: İlk kitabı Bir Dilek Tut 2011'de, ikinci kitabı Metres Rezidans 2013'de yayımlanan; daha önceleri ise ELLE'de muhabirlik ve editörlük yapmış bir isim. Turnalar Sıcak İklimlere Göçüyordu'da, varlıklı ailesinin imkanlarının, "kendisi için bir hapishaneye dönüştüğünü" fark etmesiyle çareyi "kaçmakta" bulan genç kadın Eda'nın hikayesini anlatıyor: Kapadokya'ya kaçışının bir nedeni bulunmasa da aradığı devayı bozkırın renklerinde, ahlar ağacında ve vazgeçilmez tutkusu gökyüzünde buluyor Eda; taksici Hüseyin'le, evlerinin bahçesindeki peri bacasında yaşayan Seher ve büyüyemeyen kuzuyla, kasabanın bir başka burjuva sakini Seyit'le burada tanışıyor ve "dert"lerine derman buluyor. 

Allah başka dert vermesin tabi... Eda, tam da ağzına terlikle- pardon, gümüş Chanel sandaletle vurulası bir karakter zira. Yazarın, okuryazar.tv'ye verdiği şu röportajda "...'cosmo girl' olması için bütün şartlar mevcutken, yazgısının buna izin vermemesi söz konusu" demesine rağmen tam bir "cosmo girl" ne yazık ki. "Ne yazık ki" çünkü yaşadıkları başka bir karakterin başına gelseydi çok daha farklı ve çok daha leziz bir hikaye çıkabilirdi ortaya. 

Genellikle "Ay şekerim bastı beni buralar, şöyle bi Tibet'e huzur bulmaya ya da Erciyes'e doğayı seyretmeye gideyim diyorum" şeklinde tezahür eden, "zengin metropol kadını duyarlılığı" olarak niteleyebileceğimiz dertler, başkarakterin kaçıp gitmeyi kafasına koyduktan sonra kısa bir süre için nereye gideceğini bilememesi nedeniyle daha büyük bir anlam kazanmıyor öncelikle. Kitap boyunca, tamamen iyi niyetle, başkarakterin bu arayışının, bu sancısının altı doldurulacak, bir anlam kazandırılacak diye bekledim ancak maalesef hep aynı Elif Şafak veya The Secret tarzı yavan mistizm örtüsü altında kaldı hikayesi. Aynı zamanda hayatının erkeğiyle karşılaştığında hep aynı şeyleri giyiyor olmaktan rahatsızlık duyan, yatak odasının tavanında yer alan freskteki topluluğa beyaz Alaia elbisesiyle katıldığını hayal eden (ayaklarında da Chanel sandaletleri varmış) bir karakter olunca karşımızdaki; "cosmo girl" kimliğinden değil sıyrılmak, daha fenası olan "riyakar cosmo girl" kimliği kazanmış oluyor. Buna bir de cevap verilmeyen sorularla bezeli, fazla dramatize edilmiş garip diyaloglar eklenince eserin geriye kalan tüm güzel öğelerinin üstüne devasa bir gölge düşüyor. 

Başkarakterin sığlığı sirayet edip de eserin bütününü derinlikten yoksun bırakmasaydı çok daha güçlü ve keyifli bir hikaye çıkabilirdi ortaya halbuki. Özellikle, yazarın hakim olduğunu sezdirdiği Alevi kültürüne ait temalar ana kurgudaki yüzeyselliğin kurbanı oluyor: Aleviliği çağrıştırdığı için devlet eliyle adları "aşık" olarak değiştirilen, ellerinde saz, köy köy dolaşan "ışıkçılar", başlangıcıyla kadere sitem ettiren Seher ile Ali'nin aşkı ve taksici Hüseyin'in hikayesi gibi temalar, tek başlarına veya başka bir üst metinle bir araya geldiklerinde hikayeyi bambaşka boyutlara taşıyabilecek güce sahip. İlaveten yazarın, kullandığı basit ancak akıcı dil ve gizemli kurgu konusundaki başarısı da çok daha belirgin bir şekilde gösterebilirdi kendisini başka şartlar altında.

Ne yazık ki tüm bu detayların ve güzelliklerin bir nevi "harcanmış olduğu" hissiyatı oluşuyor kitabı bitirip de kapağını kapattığınızda. Biraz fazla müşkülpesentlik ediyor olabilirim, belki de beklentimin yüksekliğiyle alakalıdır bu durum ancak öyle ya da böyle; çok daha doyurucu olabilecekken vasatın altında kalmış bir kitap Turnalar Sıcak İklimlere Göçüyordu. Bu kadar dırdır etmeme rağmen takip edeceğim, bambaşka hikayeler anlatabilecek potansiyele sahip olduğuna inandığım bir isim oldu Hacer Yeni. Ne diyeyim, yeni kitaplarda görüşmek üzere!

Turnalar Sıcak İklimlere Göçüyordu, Hacer Yeni - Koyu Kitap, 247 s.

1 yorum:

  1. şiirler gibi uzak ölçülü bir yazı paylaşımın için teşekkürler

    YanıtlaSil