Biçem Alıştırmaları - Raymond Queneau

Aaşamüstü meydanda bi baktım ki aynı oolan dönüpduruu. Yanında kendisi gibi pek yaman bi oolan vaa; ona akıl veriveeyo: "Efe" deeyo, "ülen mintanının düğmesi kopmuş, bi diktiriveesen ya!"
Tersten yürüdüğüm; yani Gökdemir İhsan'ın Kurmaca Alıştırmaları ile başlayıp Ferit Edgü'nün Yazmak Eylemi ile devam ettiğim oulipo yolculuğumun sonuna geldim Raymond Queneau imzalı Biçem Alıştırmaları'yla. 


Aynı sırayla izah etmek gerekirse; Gökdemir İhsan'ın aynı olayı 33 farklı üslupla anlattığı, oulipo'culara hem nazire hem de bir saygı duruşu niteliğindeki kitabı Kurmaca Alıştırmaları 2010'da yayımlanıyor. Queneau'nun eserini dilimize kazandırmak için kolları sıvayan Ferit Edgü, bir müddet çalıştıktan sonra dilin imkanları içerisinde eserdeki kelime oyunlarının özgünlüğünü koruyamayacağına kanaat getirip aynı oyunu başka bir olay üzerinden, 101 farklı üslup kullanarak oynuyor 1980 yılında yayımlanan Yazmak Eylemi'nde. İlk basımı 1947'de yapılmış olan, aynı olayın 99 farklı üslupla anlatıldığı Raymond Queneau'nun Biçem Alıştırmaları ise 2003 yılında Armağan Ekici tarafından dilimize çevriliyor böylece aynı temayla oynanan bu oyunun çıkış noktasına da ulaşmış oluyoruz.

Queneau'nun Biçem Alıştırmaları'nda, Yazmak Eylemi ile yaşadığım "sıkıntıyı" daha az hissettiğimi söyleyebilirim: Aynı olayı "belirli sayıda" farklı üsluplarla anlatma iddiasını* yine yüzde yüz yerine getirmiyor Biçem Alıştırmaları ancak ötekine nazaran daha oyunbaz, daha belirgin ve hedefe daha yakın bir çalışma olduğunu söylemek mümkün. Bunun dışında ise konuya dair söyleyeceklerim tükenmiş durumda zira bu ve bu yazılarda döktüm eteğimdeki taşları.

Bu sebeple Biçem Alıştırmaları'na farklı bir çerçeveden, "çeviri" açısından bakmak niyetindeyim. Konunun uzmanı değilim elbette ancak çeviri meselesine meraklı bir okur olarak naçizane fikirlerim bunlardır, paylaşmak isterim.

Ferit Edgü, özgün adıyla Exercices de style'ın çevrilemeyeceğini söylerken sonuna kadar haklıymış zira gerçekten de tamamen "çevrilmesi" mümkün olmayan bir eser Biçem Alıştırmaları. Evet; pek çok metnin çevirisinde diller arası ve kültürler arası farklardan doğan zorluklar, hatta çıkmazlar çıkar ortaya mutlaka ancak metin içerisinde azınlıkta kalan bu nüanslar ufak tefek oyunlarla kolayca atlatılabilir ve metnin bütününde görünmez kılınabilir. Söz konusu olan Biçem Alıştırmaları'nda ise, temelini zaten dil oyunları ve kültürel özellikler üzerine kuran bir metinde yapılacak müdahalelerin arada kaynamasının mümkün olmayacağı gibi, müdahalenin dahi imkanı olmayan kimi bölümler mevcut. Dolayısıyla bahsi geçen o kimi bölümlerde tam anlamıyla "uyarlama" yapmaktan, metnin orijinalinde verilmesi amaçlanan numaraları "yerelleştirmekten" başka bir çare kalmıyor. 

Burada esere dair söylenenlere bir es koyup 
"çevirme" ile "uyarlama" arasındaki farka değinmek gerek. Basit bir örnekle izah etmek gerekirse; "Oh my God!" kalıbının, "Aman Tanrım!" veya "Aman Allah'ım!" olarak çevrilmesi arasında metnine göre çok önemli faklar ortaya çıkabilir. Tüm diğer değişkenleri ve etmenleri göz ardı edecek olursak kabaca birincisi "çeviri", ikincisi ise "uyarlama" olarak adlandırılabilir. Birincisinde kaynak metnin dilinde ne ifade edildiyse onun aynen çevrilmesi söz konusu iken ikincisinde erek metnin dilinde ne anlama geliyorsa o yönde bir uyarlama yapıldığını söyleyebiliriz. Bu mesele dil bilimciler ve çevirmenlerce yıllardır süregelen bir tartışmanın ana temasını oluşturuyor aynı zamanda: Her ikisinin de savunucuları ortaya koydukları savlarla haklı bir zemine oturtuyorlar düşüncelerini ve bu tartışma hiç bitmek bilmiyor. Hemfikir olunan tek nokta şu ki; bu işin doğrusu veya yanlışı yok: Tercihi var. Yani siz kaynak metni "çevirseniz" de, "uyarlasanız" da çeviri açısından doğru veya yanlış bir iş yapmış olmuyorsunuz; sadece tercih etmiş oluyorsunuz.

Biçem Alıştırmaları'nda ise söz konusu olan, bir "tercih" olmaktan çıkıyor ve zorunluluğa dönüşüyor. Bu aşamada Edgü'nün "Fransız dilinin olanak ve yetenekleri içinde düşünülmüş bu metinlerden birçoğunu Türkçeye çevirmenin olanağı da yoktu" derken bunu kastettiğini düşünmek çok da yanlış olmayacaktır sanıyorum ki: Uyarlama yapmadan, kendi yorumunu görünmez/hissedilmez kılmadan çevrilmesinin imkanı olmayan bir kitap Biçem Alıştırmaları. Zaten Armağan Ekici de yer yer parantezler içerisinde belirtmek zorunda kalmış durumu: "Azerice (Italianismes yerine)" ve "Anadın mı (Alors yerine)" gibi örneklerden de anlaşılacağı üzere aksi mümkün olmayan bir uyarlamaya gitme durumu baş göstermiş.

Bu açıdan bakıldığında Ferit Edgü'nün Yazmak Eylemi ile Armağan Ekici'nin çevirisi arasında bir fark kalmadığı düşünülebilir ancak biraz daha detaylı bakıldığında çevirideki zorunlu "uyarlamalar" ile Edgü'nün yaptığı (tam anlamıyla) uyarlama arasında önemli farklar ortaya çıkıyor ve bu durum Queneau'nun oulipo'culuk eksenindeki oyunculuk gayesini daha doğru görmemizi de sağlıyor: Birincisi; Edgü kendi uyarlamasında kimi Queneau örneklerinde olduğu kadar vurgulayamamış oyununu. Aşağıda yer alan, üzerine tıklayarak büyütebileceğiniz, resimde soldaki metin Edgü'nün, sağdaki metin ise Ekici çevirisi ile Queneau'nun kitaplarından. Bir olayın anlatımında kullanılabilecek farklı üsluplardan birisi olarak "tekrar" temasının işlenmesinde ortaya çıkan fark, basit bir yorum değişikliğinden öte, altını çizmeye çalıştığım oyunculuğun daha belirgin olması konusundaki farkı da ortaya çıkarıyor.  



Uyarlamalar arası, daha doğrusu Edgü'nün uyarlaması ile Ekici'nin "uyarlaması" arasındaki ikinci fark ise Edgü'nün tercih ettiği ana hikayenin oyunculuğu gölgeleyecek şekilde toplumsal ve siyasi bakış açılarına açık olması. Her ne kadar Edgü, "... bir yazar olarak, söz konusu eylemden yana ya da ona karşı olmak gibi, kolay bir 'yandaşlık' yolunu izlemedim. Böylesi bir yan tutma, amacıma ters düşecekti" dese de karakterlerin, dilin veya üslubun, yani metinlerin ister istemez bir tarafa yöneldiğini gözlemlemek mümkün. Queneau ise tam olarak sıradan, pek de manası olmayan, olağan bir olayı tercih ederek olayı değil, anlatımı ön planda tutmayı başarıyor ve iki yapıtın da temelde hedefi olan "farklı anlatım tarzları" meselesini  sarih bir şekilde görmemizi sağlıyor -ki yukarıdaki örnek bu durum için de geçerliliğini koruyor.

80'lerde Edgü'nün yarım bıraktığı işi 2000'lerde Ekici'nin tamamlamasının ardında yatan sebebi merak etmemek elde değil. "O kadar zamanda çeviri-bilim çok gelişti de bazı engellerin aşılması mı kolaylaştı acaba?" diye geldi aklıma önce ancak iki isim de öğrenimlerini çevirmenlik alanında görmemişler (her sene binlerce mezun veren mütercim tercümanlık bölümlerine de selam olsun bu vesileyle). Sonra Ekici'nin Ulysses'i (bence saplantılı bir tutkuyla) Türkçe'ye yeniden çevirdiğini öğrendiğimde bazı taşlar da yerine oturdu. Zoru sevip "yapılamaz" deneni yapmak, gönlünü ortaya koyarak bir işe kalkışmak Ekici'nin karakterinde varmış demek ki ve iyi ki... 


Sona gelirken; üç kitabı da yayımlayarak, benim için baştan sona bir maceraya dönüşen bu okumaları mümkün kılan Sel Yayıncılık'a teşekkürlerimle beraber sonraki baskılarda mümkünse üçünün de kapak tasarımlarını değiştirmelerini, bu "oulipo ve çeviri" meselesi ilgisini çeken okurlara ise Ayşe Işık Akdağ'a ait, buraya tıklayarak bilgisayarınıza indirebileceğiniz, yüksek lisans tez çalışmasını tavsiye ederim. O zaman; sırf kulağa komik geldiği için, yüksek sesle üç kere: Oulipo! Oulipo! Oulipo!

*Akdağ'ın çalışmasını okuduktan sonra oulipo metninin zaten böyle bir iddiasının olmadığını anlamış oldum: Queneau, Biçem Alıştırmaları'nda farklı "üsluplarla" değil, farklı "biçemlerle", "oyunlarla" aynı metni ele alma alıştırmaları gerçekleştiriyormuş. Dolayısıyla Edgü'yle beraber ben de yanlış bir beklenti ve yaklaşımla ele almışız eseri. Bu noktada yayınevinin meseleyi azıcık açması yerinde olabilirdi sanıyorum ki zira "farklı üsluplarla aynı olayı anlatmak" ile "farklı kural çerçeveleri içerisinde aynı metni ele almak" arasında çok büyük bir fark var. Olsun, geç de olsa aydınlanmak güzel, yukarıda bağlantısını verdiğim çalışmanın -özellikle başlarını- okumanızı mutlaka tavsiye ederim.  

Biçem Alıştırmaları, Raymond Queneau - Sel Yayıncılık, 140 s.

1 yorum: