Bin Muhteşem Güneş - Khaled Hosseini

Bu kentin ne çatısını aydınlatan ayları sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşini...

İlk kitabı Uçurtma Avcısı ile büyük bir başarı yakalayan Khaled Hosseini'nin ikinci kitabı Bin Muhteşem Güneş.
Yazarın bu iki kitabı birbirine o kadar paralel ki, ayrı ayrı değerlendirmek pek mümkün olmuyor. Uçurtma Avcısı'nda "Afganistan'da çocuk olmak üzerine" sözlerini söyleyen Hosseini, Bin Muhteşem Güneş'te ise "Afganistan'da kadın olmak" üzerine konuşuyor. 

Birbirlerinden çok farklı ailelerde yetişen iki kadının, Meryem ve Leyla'nın bir noktada kesişen hayatlarını anlatıyor yazar. 1960'lı yıllardan başlayıp, 2003'e uzanan hikaye boyunca ise hikayemizin fonunu hatta bir ayağını Afganistan'ın geçirdiği siyasi devinim oluşturuyor. Sovyetler'in işgalinden, Taliban'a; Usame Bin Ladin'den Amerika'nın "müdahalesine" uzanan bu süreç ve bu sürecin -başta kitabın kahramanları olmak üzere- insanları nasıl etkilediği, oldukça akıcı bir dille anlatılıyor. Bu yönüyle de kitap, konuya yabancı olanlar için tarih kitaplarının sıkıcı dilinden arındırılmış bir tarih dersi, konuyu bilenler içinse bir hatırlatma niteliği taşıyor. Ancak zaman zaman sıkan bir yönü olduğu da göz ardı edilemez. 

İlk kitabında olduğu kadar olmasa da, ABD vatandaşı olan Khaled Hosseini bu kitapta da "özgürlük savaşçısı Amerika" propagandası yapmaktan alıkoyamamış kendisini. Uçurtma Avcısı'nı okuduktan sonra bu kitaptan da böyle bir beklentim olduğu için fazla yadırgamadığımı da belirtmeliyim. 

Başta da ifade ettiğim gibi bir okuyucu için yazarın iki kitabını ayrı ayrı düşünmek oldukça zor; dolayısıyla ister istemez bir kıyaslama ihtiyacı ortaya çıkıyor. Kendi adıma konuşacak olursam; beni ilki kadar etkileyen bir kitap olmadı Bin Muhteşem Güneş. Yine de akıcılığı, öyküsü ve kurgusuyla hemen herkesin okumaktan zevk alacağı bir kitap.  İlk kitapta karşımıza çıkan yetimhane müdürü Zaman'a, bu kitapta yeniden rastlamak da iki eser arasına atılan hoş bir köprü olmuş.

Savaşların kaçınılmaz sonuçlarından birisi olan göç ve mültecilerin yaşadıklarına da değinen Hosseini, kitabın son-sözünde UNHCR'de (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) çalışmaya başladığını belirtiyor.  "UNHCR'de görev almak, mültecilere yardımcı olmak hayatımın en anlamlı ve doyurucu deneyimlerinden biri oldu" diyor. "Yardımcı olmak ya da UNHCR'yi daha iyi tanımak, yaptıkları hakkında ya da genel anlamda, sığınmacıların içinde bulunduğu olumsuz şartlar hakkında bilgi almak istiyorsanız lütfen www.unrefugees.org sitesini ziyaret ediniz."

Son olarak; Bin Muhteşem Güneş de -tıpkı Uçurtma Avcısı gibi- sinemaya uyarlanması planlanan bir romanmış. Herhangi bir resmi bilgiye ulaşamamış olsam da, IMDB'nin yapım aşamasında olan filmler listesi arasında gösterim tarihi olarak 2015'e rastladım. Her ne kadar -neredeyse- hiç bir film uyarlamasını kitapları kadar başarılı bulmasam da, ortaya çıkacak filmi şimdiden merak etmemek elde değil.

Benim Adım Kırmızı - Orhan Pamuk

Nakış ve sanatta hayal kırıklığına uğramak istemiyorsan eğer, sakın onu mesleğin olarak görme. Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı başka yerlerde ara ki, hüner ve emeğinin karşılığını alamayınca sanata küsmeyesin.
Orhan Pamuk, büyük ön yargılarla yaklaştığım bir yazardı. 2006'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanması ve ardından yaşanan "Bu ödülü edebi kimliğiyle mi yoksa siyasi duruşuyla mı kazandı?" tartışmaları, şu an nedenini zerre umursamıyor olsam da, on altı yaşındaki beni etkilemiş olabilir diye düşünüyorum. Öte yandan yazar hakkında fikir sahibi olmak amacıyla elime aldığım ilk kitabı "Kar", onuncu sayfasında bıraktığım ilk kitap olarak da yer etmiştir kişisel tarihimde. 

İşte hem bu ön yargılardan bir nebze de olsun kurtulmak hem de üslubuna duyduğum merakı gidermek için -çevremde hemen herkesin tavsiye etmesi üzerine- okudum "Benim Adım Kırmızı"yı.

Kar'a nazaran daha rahat okunabilir, konusunu ilgi çekici ve kullanılan teknikler açısından oldukça etkileyici bulduğum Benim Adım Kırmızı, herkese değil belki ama benim gibi Pamuk'un edebiyatını merak edenlere, konsantre olarak okumayı sevenlere ve Osmanlı dönemine özel olarak ilgi duyanlara rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir kitap. 

Daha ağır bir dil beklentisiyle okuduğum için olsa gerek, dilini çok ağdalı bulmadım. Yine de kitap için "sürükleyici" demek de hiç doğru olmaz; kitap boyunca temponun kah yükselip kah alçalması ve hikayeyi sürekli farklı karakterlerin ağzından dinlememiz, okumayı güçleştiren etmenler olmuş. Okurken zorluk çıkartmasını bir kenara bırakacak olursak, Pamuk'un yazarken bu kadar çok farklı karaktere başarıyla bürünebilmiş olmasıysa sahiden etkileyici. 

Bunun yanı sıra kitabın dört yıllık yazılma sürecinin, iki yılını araştırmayla geçirdiğini söyleyen Orhan Pamuk, bu konuda da çok iyi iş çıkarmış. Hat ve nakış sanatı, dönemin atmosferi ve sosyal yapısı üzerine anlattıkları, uzun araştırmalar yapıldığını aleni bir şekilde gözler önüne seriyor. Aynı zamanda nakış ve resim sanatları arasındaki felsefi farkı ele alması ve bu temelde irdelediği doğu-batı çatışması -eskiye duyulan saygıyla yeniye duyulan hevesin çelişkisi; padişahlardan sokaktaki esnafa herkesin kendi içinde bu çelişkiyi yaşaması- günümüzde de güncelliğini farklı şekilde ancak aynı temelde sürdüren bu konu hakkında düşünmeye teşvik ediyor okuyucuyu.

Tabi siz bakmayın benim böyle ahkam kestiğime: Benim Adım Kırmızı, yurt dışında üç prestijli ödül sahibi, 46 dile çevrilen değerli eserler arasında yerini çoktan almış bir kitap. Kitabın, -arka kapağından da ulaşabileceğiniz- konusuna hiç değinmeden merak edenler için bir kaç not düşmek istiyorum;

Kitabın karakterlerinden Şeküre, Orhan ve Şevket, Pamuk'un ailesindeki kişilerle aynı isimlere sahiplermiş; Şeküre ve Şevket, kitapta olduğu gibi Orhan Pamuk'un annesi ve kardeşiymiş. Zaten kitabın son paragrafında annesi şöyle diyor; 
"Resmedilmeyecek bu hikayeyi, belki yazar diye, bu yüzden anlattım oğlum Orhan'a (...) Bu yüzden Kara'yı olduğundan şaşkın, hayatımı olduğundan zor, Şevket'i kötü ve beni olduğumdan güzel ve edepsiz anlatmışsa sakın inanmayın Orhan'a çünkü hikayesi güzel olsun da inanalım diye kıvırmayacağı yalan yoktur"
Bunun yanı sıra romanın bir de radyo tiyatrosu uyarlaması yapılmış. Uyarlama yapıldıktan sonra çıkan hiç bir habere ve maalesef oyunun kaydına ulaşamamış olsam da, hakkında detaylı bilgiye buradan ve buradan ulaşabilirsiniz. Enteresan bir nokta da şu ki; radyo tiyatrosu uyarlaması , İngiltere'de Türkiye'den önce yapılmış. BBC'de yayınlanan uyarlama da kitap kadar ilgi çekmiş

Yakın bir gelecekte olmasa da, Orhan Pamuk tekrar okumak istediğim yazarlar arasına girmiş bulunuyor böylece. Bir de şu radyo tiyatrosunun kaydını bulabilseydim çok güzel olacaktı...

Benim Adım Kırmızı - Orhan Pamuk İletişim Yayınları - 272s

Müzibiyat #2

Popüler müzik ya da pop müziği; günümüzde çok sık rastlamasak da, eskiden beri edebiyat izleri taşıyan eserlere şahitlik etmeye devam eder. Bunlardan en çok bilinenlerin başında ise Dedikodu isimli parça gelir.

Orhan Veli Kanık'ın aynı isimli şiirini, Sezen Aksu bestesi ve Levent Yüksel'in sesiyle dinliyoruz. Sanatçının 1993 tarihli ilk albümü Med Cezir'de yer alan şarkıda meraklıları için dikkate değer bir nüans ise; beşinci dizede gerçekleşen prozodi* hatası: Orhan Veli şiirde "Kim görmüş, ama kim, Eleni'yi öptüğümü, yüksekkaldırımda, güpegündüz?" diye sorarken, şarkıda bu "Yüksekkaldırımda, güpegündüz, Melâhat'i almışım da sonra, Alemdar'a gitmişim, öyle mi?" şeklinde yer alıyor. Tabi bu durum, ne şiirin ne de şarkının güzelliğine gölge düşürmek için yeterli bir sebep... İyi dinlemeler!
Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdar'a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın'ı söyletme hikayesi?
*Prozodi; müziğin sözlere, sözlerin nağmelere, çeşitli vasıtalarla uygulanmasına ve her ikisinin de beste diksiyonu, mânâ ve âhenk bakımından başarılı bir şekilde kaynaşmasıdır.

Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar (Sözlük)

Puslu Kıtalar Atlası, buradaki yazıda bahsettiğim üzere; ilk olarak yazarın diliyle hafızalara kazınan bir eser. Bu dilin en belirgin özelliği ise hikayeyi daha da büyüleyici kılan eski kelimeler.

İşbu durumdan yine vazife çıkarıp,  pek çoğunun anlamını bilmediğim eski kelimeleri ve anlamlarını paylaşmak istedim ben de. Kelimelerin anlamlarını ararken, pek çoğuna TDK'nin sözlüklerinden ulaşamamış olmam ise İhsan Oktay Anar'ın dil hakimiyetine ve tarih bilgisine  bir kez daha hayret etmeme vesile oldu.

Son olarak şunu da belirtmeliyim ki; bu kelimelerin anlamlarını bilmek, o kadar da elzem değil kitabı okurken çünkü pek çoğunu karine ile anlamak mümkün. Yine de benim gibi yeni kelimeler öğrenmeye meraklı, dilbilime hevesli okurlar için faydalı olacağını umarım. "Puslu Kıtalar Atlası Sözlüğü"ne yazının devamından ulaşabilirsiniz.

"Üçüncü Mevki" Fanzin

Amatör ya da profesyonel; edebiyata dair her türlü girişimin desteklenmesi gerektiğine, ticari kaygıların ikinci planda olduğu girişimlerin ise daha da çok desteği hakettiğine inanıyorum. 

İşte ticari bir kaygı gütmeyen, kendi deyimleriyle "kaliteli dergi arayışında olanların arayışına son vermek için doğan" Üçüncü Mevki, sadece bu özelliğiyle değil; içerik açısından da önümüzdeki günlerde apayrı bir yere sahip olma potansiyeline sahip.

Doğrusu amatör edebiyata önyargıyla yaklaşan bir tarafım olmuştur her zaman. Amatör şiirlerin, şairlerinden başkasına anlamlı gelme ihtimalinin düşük olduğuna; öykülerin, ne anlatmak istediğinden emin olmadığına dair şüphelerim vardır. 

Ancak Üçüncü Mevki fanzin, bu düşüncelerimden imtina etmem gerektiğini öğrenmeme vesile oldu; içeriğindeki sade ama etkileyici şiir, öykü ve denemelerle Türk Edebiyatı'nın geleceğine dair ümitleri yeşertecek türden bir iş olmuş. Bunun en güzel kanıtı da ödüllü yazar Sema Kaygusuz'un twitter adresinden söyledikleri: ‎"Bugün elime çok güzel bir fanzin geçti: Üçüncü Mevki...Parlak şairler, yazarlar omuz omuza vermişler. Her birini yürekten kutluyorum."

Özellikle şiirlerde aşina şairlerin üsluplarını çağrıştırmayan eserler, sadece özgünlük açısından değil, liriklik açısından da oldukça olumlu sonuçlar çıkartmış ortaya. Öykülerin üçü de, kısalıklarına nispet yaparcasına sürükleyici, daha da önemlisi okuru yakalayan, empatiye davet eden ve düşündüren öyküler. Denemeler ise bir genelleme yapılamayacak kadar farklı özelliklere sahip güzellikteler.

Bu vesileyle ilk sayıda emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür eder, her birini tek tek kutlarım. Devamlı ve bereketli olması temennisiyle...

Üçüncü Mevki'ye ulaşabileceğiniz adresler -şimdilik- şöyle: 
İstanbul (Beyoğlu) - Mephisto
İstanbul (Kadıköy) - Mephisto
Ankara (Kızılay) - İmge Kitabevi
Konya - Endülüs Kitap Kafe
Konya - Hüner Kitabevi (Rampalı Çarşı en alt katta)
Eskişehir - Adımlar Kitabevi
 

Ayrıca internetten edinmek isteyenlerin şu adresten sipariş etmeleri de mümkün. Üçüncü Mevki'yi takip etmek isterseniz facebook sayfalarına buradan, twitter sayfalarına ise buradan ulaşabilirsiniz.

"Diğer sayılarda benim de tuzum bulunsun." diye düşünenleri ise ucuncumevki@gmail.com adresine yazılarını yollamaya davet ediyorlar.