Okuma Radyosu #2

"Müziksiz bir hayat hatadır." - Friedrich Nietzsche

Okuma Radyosu #2 yayında!

Radyoya ister buradan, ister blogun kenar çubuğundan ulaşabilirsiniz. 

İyi dinlemeler!

İyi Bayramlar!

"Niçin bayram yapılır ki?.. Nedeni açık… Eğer zaman, düğüm atılmamış bir ip tekdüzeliği içinde akarsa, öylesine bezdirir ki, miskinlik yaratır. Öyleyse 'zaman baba'ya da, arada bir düğüm atılır ki, geçmiş günler zevkle anılsın, gelecek zaman da, umut dolu olsun… Bayram etmek, bıktırıcı geçen zamana düğüm atmaktır. Bayram, hep bir bahanedir."

Aydın Boysan – İstanbul’un Kuytu Köşeleri

Tutunamayanlar - Oğuz Atay

Bilir misiniz, üniversiteyi bitirdiğimiz zaman, hepimiz nasıl saçlı sakallı kocaman bebeklerdik. Bilemezsiniz. Anlatınca olmaz. Yaşamak diye bir problem yoktu bizim için. Böyle bir problem çözmedi asistanlar tatbikatlarda. Sonunda hepimizi kurt kaptı tabii. İnsan taklidi yaptığımız için, kurtlar bizi adam sandı.
"Modern Türk edebiyatının kutsal kitabı" tabiri, gerek edindiği nam, gerekse ebatları itibariyle yanlış olmayacaktır Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı için. Yayımlandığı 1970 yılında TRT Roman Ödülü'nü kazanan bu ilk roman, dili ve anlatım şekliyle pek çok eleştirmene göre Türk edebiyatında devrim niteliği taşır. Hemen her aklı başında okurun da okuduğu/okumak istediği kitaplar arasında yer alır.

İşte sevgili Gölgeliyol ile beraber okuduk biz de Tutunamayanlar'ı. Hem de "yarım bırakmadan, tek seferde okumak" gayesiyle -ki başarılı da olduk bu gayemizde. Ben kalkıp da size Tutunamayanlar'ın edebiyatımızdaki yerini, getirdiği yenilikleri anlatacak değilim, bu konu hakkında yeterince yazılıp çizilmiş, yeterince akademik inceleme yapılmış hali hazırda. 

Öncelikle Oğuz Atay'ın üzerimdeki motivasyon ve ilham kaynağı rolünü paylaşmak istiyorum: Atay, Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde doğmuş, mühendislik okumasına rağmen edebiyat dünyamızda çok büyük yerlere gelmiş bir yazar. Hali hazırda mühendislik okuyan ve kendi çapında edebiyata gönül veren bir Kastamonu'lu olarak, ideallerimi ve hayallerimi desteklemesi açısından bu küçük biyografik unsur benim için büyük önem arz ediyor. Tutunamayanlar ile  başlayan Atay yolculuğumu, yazarın kısacık hayatına sığdırdığı hepi topu yedi eseriyle devam edeceğimi de belirtmek isterim.

Hiç bilgisi olmayanlar için kitabın konusuna değinmek gerekirse; başkarakterimiz Turgut Özben, ani bir şekilde intihar eden arkadaşı Selim Işık'ın bu eyleminin nedenlerini ve geçmişini araştırma tutkusuyla işe başlar. Selim'i tanıyan insanlarla konuşur, notlarını, günlüklerini okur... Böylece bir yandan Selim'i yeniden keşfederken, öte yandan da kendi hayatını sorgular. Görünürde evli, çocuklu, iş sahibi bir tutunan olan kendisinin de aslında bir "tutunamayan adayı" olduğunu keşfeder... 

Söylemekte yarar var ki, kitapta herhangi bir olay örgüsü mevcut değil. Hatta neredeyse herhangi bir olay bile mevcut değil; yine pek çok eleştirmen tarafından bilinçli bir tercih olarak addedilen psikolojik betimlemeler, karmaşık diyaloglar, kah bir tiyatro sahnesini, kah bir şarkıyı kullanarak yapılan anlatımlar doğrudan okurun ruh halini hedef alıyor. Kitabın başından sonuna kadar sürekli bir devinim içerisinde değişiklik göstermesine rağmen eserin  bütünündeki dil, okuru metnin içinde hissettiren bir üsluba sahip. Özellikle mizahi yaklaşımlarda dilin kullanımındaki yetkinlik oldukça etkileyici. Hicvin ya da taşlamanın günümüzden görece daha değerli olduğu bir dönem için ele aldığımızda Atay'ın edindiği namı sonuna kadar hak ettiği görülüyor. Tabi Tutunamayanlar'ın yazıldığı dönemde fark edilmeyen, hatta edebi çevrelerce oldukça küçümsenen bir eser olduğunu söylemeden geçmemek gerek; değeri sonradan keşfedilen bir başyapıt diyebiliriz sanıyorum ki... 

Bu kadar övgüye rağmen benim için farklı bir yere sahip kitaplardan birisi olmadı Tutunamayanlar. Belki okumadan evvelki beklentilerimin yüksekliği, belki de günümüzde haddinden fazla "popüler" olmasının getirdiği önyargı etmendir bu durumumda, bilemiyorum. Dediğim gibi yazıldığı dönem açısından ele alındığında sahiden de devrimsel bir niteliğe sahip, yenilikçi ve öncü bir eser olmasını doğal karşılıyorum ancak günümüze geldiğimizde bu kadar kişi tarafından baş üstünde tutulmasını, okumuş olanların okumayanları ukala hatta küstah bir tavırla küçümsemesini anlamlandıramıyorum açıkçası. Hele bir de her okuyanın, eserin kendisini anlattığı iddiası var ki, evlerden ırak... 

Kitabın çıkış noktasını oluşturan karakter Selim Işık -daha sonradan Atay'ın biyografik unsurlardan yararlandığı ortaya çıktığı için bizzat Oğuz Atay da diyebiliriz belki- yeryüzüne nadir gelen insanlardan: Ağır psikolojik bir vakanın ürünü, naifliği ve hayalperestliği neredeyse gerçek üstü, düşünceleri ve düşünme şekli olağan dışı bir karakter... Zaten Tutunamayanlar'ı değerli kılan unsurların başında da bu nadirattan sayılan insanlarla kurdurduğu empati yatıyor kanaatindeyim. Çevremizde kolay kolay göremeyeceğimiz, hele şu günlerde bizzat yaşamamızın olanaksız olduğu cenderelerin tümü için kendimize pay çıkartmak bana yakışıksız geliyor. Elbette farklı noktalardan, farklı konulardan hemen herkesin payına düşen unsurlar mevcut eserde; benim derdim bütün olarak Tutunamayanlar'ı kişiselleştiren kitleyle... Hayatı boyunca kapitalizmle savaşan Che Guevara 'nın resimlerinin t-shirt'lere, bardaklara basılıp satılarak bizzat kapitalizm materyali haline getirilmesi gibi, Tutunamayanlar'ı anlatmak için yazılan bu kitabın tutup da bir popüler kültür ögesi haline getirilerek herkes tarafından "benimsenmesini"  nahoş buluyorum. Özellikle bir dönem Facebook, Twitter gibi bilumum sosyal paylaşım sitesinde Olric'le başlayan kimi doğru, kimi yanlış alıntıların baş göstermiş olması, söylemek istediğimi daha net açıklayacak bir örnek olacaktır. Özetle demem o ki -şahsi görüşüme göre- "gerçek" bir tutunamayan, hiçbir zaman Tutunamayanlar'ı okuyamayacaktır: Kendisine bile itiraf etmekten çekindiği zaaflarını, hatalarını ve çelişkilerini bir başkasından duymaya dayanamaz Selim ve Selim gibiler... 

Yazının hacmi haddini aşmaya başladığı için detaylara giremeyeceğim ancak kitabın "Sevin'e..." şeklinde yapılan ithafında bahsi geçen Sevin Seydi, Maurice Whitby ile beraber "Dün, Bugün, Yarın" başlıklı şarkılar kısmının çevirisiyle, 2007 yılında Britanya Karşılaştırmalı Edebiyat Birliği'nin Dryden Çeviri Ödülü'nü kazanmış. Çeviri, telif hakları sebebiyle yayınlanmamış olsa da, birlik tarafından yapılan açıklamada "eserin (Tutunamayanlar) halihazırda tamamlanmış olan çevirisinin de yayınlanmasını umuyoruz" ibaresi yer almakta ancak günümüzde bu çeviriye dair herhangi bir iz bulunmamakta. Eserin yabancı dilde basılan tek çevirisi ise Anneke van der Heijden ve Margreet Dorleijn tarafından gerçekleştirilmiş Flemenkçe çevirisi imiş. Ayrıca Tutunamayanlar, UNESCO tarafından "20. yy Türk edebiyatının muhtemelen en muteber romanı" olarak tanımlanmış.

Yazıyı neticeye erdirirken okumuş olmaktan ziyadesiyle hoşnut olduğum bu müstesna eser için diyebilirim ki; edebiyatla haşır neşir olmayı sevenlerin, haleti ruhiyesini negatif yönde etkileyen eserlerden hoşlananların, yedi yüz küsür sayfalık zorlu bir okuma sürecini göze alıp tüm beklenti ve önyargılarından sıyrıldıkları takdirde severek ve hatta bayılarak okuyacakları bir roman. 

Tutunamayanlar - Oğuz Atay, İletişim Yayınevi - 736s

Müzibiyat #9

Timur Selçuk'un bestesiyle Pireli Şarkı adını alan Orhan Veli'nin Pireli Şiir'i baştan sona enerji dolu, eğlenceli ve kinaye yüklü bir eser. Hani bir deyim vardır sahne sanatçıları için kullanılan; "sahne tozu yutmak" diye, işte tam da o türden bir çalışma:



Bu şarkının bir de Kadın Hamlet isimli filmde, başrol Fatma Girik'in enteresan oyunculuğu ve  mimikleriyle süslediği bir hali mevcut ki izlemek isteyenleri böyle alalım.

Şiirin tamamına yazının devamından ulaşabilirsiniz.

Sıfır Noktasındaki Kadın - Neval El Seddavi

Kadın memurların işlerini yitirmekten, fahişelerin yaşamlarını yitirmekten korktuğundan daha çok korktuklarını fark ettim. Kadınlar işlerini kaybedip fahişe olmaktan korkarlar, çünkü fahişelerin yaşantısının kendininkilerden iyi olduğunu bilmezler. Böylece yaşama, sağlıklarına, bedenlerine ve akıllarına ilişkin hayali korkularının bedelini öderler.
"Sıfır noktası neresidir?" diye soruyor Metis Yayınları, kitabın arka kapağında: "Yaşadığımız Dünya'nın herhangi bir köşesinde herhangi bir insan sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz, çaresiz, ölümle yaşam arasındaki sınırda."

Buraya yeniden dönmek üzere bir mim koyup kitaba dönelim: Mısırlı feminist yazar ve psikiyatr Neval El Seddavi'nin 1984 tarihli romanı (ya da novella mı demek gerekir?) Sıfır Noktasındaki Kadın gerçek bir yaşam öyküsünün kısa ve çarpıcı anlatımını sunuyor okura. Bu kısacık kitap bittiğinde okurun aklına düşen ilk sual yine aynısı oluyor: Sıfır noktası neresidir?  

Görüşleri yetkililer tarafından pek hoş karşılanmayan feminist bir araştırmacı ve romancı olduğu için işinden olan ve boş vaktini araştırmalara ayıran Seddavi, Kanatır Cezaevi'nde tanıştığı idam mahkumu Firdevs'in hikayesini herkese ulaştırmak ve mağrur, gururlu, kırılgan ve dönemi ile yaşadığı ortam göz önüne alındığında oldukça "sıra dışı" kalan bu kadını dünyaya anlatmak istemiş: Firdevs, sancılı bir çocukluğun ardından acımasız gençlik yıllarında fahişeliğe başlamış, hayatının bir noktasında bu işten vazgeçerek "onurunu korumak" istemiş ancak fahişelik yaptığında daha onurlu yaşama imkanı bulduğunu keşfederek kendisini hayatın acımasızlığına bırakmış bir kadın. Kadının, erkek egemenliğinin ziyadesiyle hüküm sürdüğü toplumun bir ögesi olarak değil, aracı olarak varolduğunu kavrayarak, koruması gereken yegane şeyin özgürlüğü olduğuna kanaat getirdiğinde hayatı bir düzene girer ancak erkeklerden kurtulduğunu düşündüğü bu zamanlar fazla uzun sürmez... 

Kitabın en can alıcı noktası hikayenin tamamen gerçek oluşu; Firdevs eğer kurgu bir karakter olsaydı hayat görüşü, tavırları ve yaşadıkları okur tarafından biraz mübalağalı addedilebilirdi. Ancak böyle bir kadının gerçekten varolduğunu, bunları gerçekten yaşadığını bilmek, eserin etkisini büyük ölçüde arttırıyor. Öyle bir kadın tahayyül edin ki, toplumsal yargıların karşısında ilkelerini koruyan, tüm yaşadıklarına rağmen kendi deyimiyle "bir kadın olarak sahip olduğu tutarlılık ve onurdan bir an bile kuşku duymayan" cesur, idealist bir savaşçı olsun, kendi sıfır noktasındayken bile boynunu eğmesin... İşte girişte bahsettiğim arka kapak yazısına bu noktada itiraz etme ihtiyacı duyuyorum: Firdevs, ne çileli yaşamı boyunca ne de idamı beklemek üzere atıldığı hücrede kendisini umutsuz ve çaresiz hissetmiş. Aldığı her karardan, attığı her adımdan memnun, başı her daim dik bir karakter için yapılan bu tanımı büyük bir haksızlık olarak nitelendiriyorum -ki belirtmek istedim.

Kitap çok da yeni olmayan bir konuyu, çok da yeni olmayan bir üslupla anlatıyor esasında. Belirli bir hayat görüşüne sahip, dünyadan bihaber olmayan bir insansanız, Firdevs ve Firdevs gibiler için yeniden üzülmekten başka çok bir şey getirdiğini söyleyemem kitabın. Seddavi'nin, Firdevs'in anlatımını kaleme aldığı kısımlarda tasvirleri sık sık tekrarlardan yararlanarak kurması, aynı durumları aynı kelimelerle ifade etmesi anlatımı güçlendirse de üçüncü seferden sonra nahoş etkiler bırakıyor. Yine de yalın ve anlaşılır dil, olayların anlatım hızı ve yaşananlar oldukça rahat bir okuma sunuyor. 

Sonuç olarak Sıfır Noktasındaki Kadın, her biri ayrı ayrı çarpıcı olan ismi, kapak fotoğrafı ve konusuyla ilgi çekici bir kitap. Hali hazırda bildiklerinizi anlattığı göz önünde bulundurularak okunduğunda, okumaktan keyif alacağınız kısa bir öykü. 

Sıfır Noktasındaki Kadın - Neval El Seddavi, Metis Yayınları - 122 s.