Aspidistra - George Orwell

O engin bilgi! O insanı çileden çıkaran bağa-çerçeveli-gözlük seçkinliği! Ve bu seçkinliğin ifade ettiği para! Çünkü sonuçta, bunun arkasında paradan başka ne olabilir? İyi eğitim için para, etkili arkadaşlar için para, rahatlık ve huzur için para, İtalya’ya gitmeler için para. Kitapları para yazar, para satar. Bana doğruluk değil Tanrım, para ver, sadece para.
George Orwell deyince akla ilk gelen kitaplar genellikle Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ya da Hayvan Çiftliği’dir. Orwell’e özel bir ilgisi olamayanlar veya benim gibi “bütün kitaplarını okumalıyım!” demeyenler pek Burma Günleri ya da Aspidistra gibi kitaplarını bilmezler. İşte biraz da bu nedenle kıyıda köşede kalmış Aspidistra adlı kitabı hakkında bilgi vermek istedim.

Aspidistra adlı romanda, Gordon Comstock adındaki genç bir şairin hikâyesini okuyoruz. Kitabı okuyup karakterlerin adını dahi unuttuktan sonra bu kitapla ilgili aklınızda kalacak tek şey var o da “para”! Çünkü Gordon’un aklını gece gündüz meşgul eden, kitabın her satırında özenle işlenen tek konu para meselesi.

Gordon hayatın her alanının, paranın tekelinde olduğuna inanıyor. Şöyle ki arkadaşıyla dışarı çıkamaz çünkü ona bira ısmarlayacak parası yok, kız arkadaşını gezmeye götüremez bilet alacak ve yemek ısmarlayacak parası yok (hesabı bir kadına ödetmekse, akla getirilemeyecek kadar ayıp!), hatta kız arkadaşıyla yatamıyor bile çünkü doğum kontrolü bir dünya para, doğum kontrolünü boş verip bebeğimiz olsun derlerse de ortaya çıkacak masraflar saymakla bitmez!

Gordon Comstock paranın bu hakimiyetinden oldukça rahatsız ve bu düzene karşı savaş açıyor. Gordon kapitalist düzene karşı duran, sırf bu sebeple gayet iyi bir maaşla çalıştığı reklamcılık şirketinden istifa eden bir karakter. Hep daha çok çalışıp daha çok kazanmayı amaçlayan, hırsla basamakları çıkıp en tepeye ulaşmaya çabalayan o kapitalist düzeni tamamen terk ediyor. Aslında Gordon’un hayatı tamamen deneysel bir çalışma gibi. Kapitalist bir düzen içinde para kaygısı olmadan, çok az maaş alarak ne kadar yaşayabilirsiniz? Sevgilinizi ne kadar mutlu edebilirsiniz? Şairlik hayatınızı ne kadar geliştirebilirsiniz? İşte Aspidistra Gordon Comstosk’un istifa ettikten sonra, bu sorularla mücadele içinde geçen hayatını ele alıyor.

Orwell’in üslubuna biraz alışkınsanız kitaplarında mutlu mesut karakterler, müzikal tadında geçen şen şakrak sahneler bulamayacağınızı da bilirsiniz. Aspidistra’da da yazarın diğer romanlarındaki o karamsar hava ziyadesiyle mevcut. Aynı zamanda Orwell, İngilizlerin günlük hayatını alaya alarak o meşhur iğneleyici üslubunu gösteriyor. Orwell seviyorsanız, daha fazla Orwell okumalıyım diyorsanız kesinlikle tavsiye ederim. Ama bir Bin Dokuz Yüz Seksen Dört değil tabii ki...

Kitabın orijinal adı “Keep the Aspisidistra Flying”. Nereden çıkmış bu “aspidistra” diyor olabilirsiniz yeri gelmişken anlatayım, aspidistra aslında yeşil yapraklı bir çiçeğin adı. O dönemlerde çok fazla su istemediği ve neredeyse her ortamda yaşayabildiği için her evde beslenen bir bitkiymiş. Tabii sembollere bayılan Orwell için bir aspidistra hiç bir zaman bir aspidistra olarak kalmıyor.

Aspidistra - George Orwell, Can Yayınları - 279 s.

Eski Basımlar - Hayvan Çiftliği, George Orwell, 1954

(Chiquita ve Panzón olarak Ebediyen Edebiyat'ta kitap incelemelerinin yanı sıra bazı özel yazı dizilerine de yer vermek istedik. Bu yazı dizilerinden ilki olan "Eski Basımlar"da tanıdığımız, güncelliğini hala koruyan kitapların oldukça eski basımlarını ele almayı planlıyoruz.)

İşte bu ilk yazıda, elime geçen George Orwell'ın meşhur Hayvan Çiftliği kitabına değineceğim.
 

Okul kütüphanesinin veri tabanında arama yaparken rastladığım ve kütüphane deposunda durduğunu öğrendiğim 1954 basımı Hayvan Çiftliği'ni istediğimde görevli yüzünü ekşitmişti: "Depoda bulunan eski kitapları, değerleri çok yüksek olduğu için öğrencilere ödünç veremiyoruz. Arzu edersen burada incelemen için depodan getirebilirim."

İlk aşamada oldukça makul görünen bu izahat karşısında sesimi çıkarmamıştım. Ancak ne zaman ki kitabın çevirisinin Halide Edip Adıvar tarafından yapıldığını öğrendim, o kitabı okumak benim için bir nevi görev halini aldı: "Hmm, enteresan bir kuralmış, okunmak için verilmeyecekse kitaplar niye kütüphanede duruyor? Müzeye bağışlasanız ya?"

Lafı uzatmayayım; tamamen kurallara uygun olarak kitabı ödünç almayı başarmış ve kitabı elime aldığım an sanki Adıvar'ın orijinal el yazmasına ulaşmışım gibi bir heyecana kapılmıştım. Hemen biteceğini bildiğimden okumayı uzun zaman erteledikten sonra bir çırpıda bitiriverdim kitabı.

Kitabın içeriği ayrı bir yazı konusu olduğundan, öncelikle -beklentimin aksine- sık sık sözlük karıştırmak zorunda kalmadığımı belirtmeliyim. Basım tarihine aldanarak "tezahür" gibi, "bargah" gibi eski kelimelerle karşılaşmayı beklerken, oldukça anlaşılır ve kolay bir dille karşılaştım. (Tabi burada Orwell'ın edebi başarısını da göz ardı etmemek gerekiyor.)

Çağdaş baskılarla kıyaslandığında hiç bir eksiği olmayan kitapta, manevi değeri hariç, artı bir özelliğe de rastlamadım açıkçası. Belirttiğim üzere kitabın başarısıdır belki bu izlenimi edinmemi sağlayan lakin Adıvar'ın kendi öndeyişini yazması, bahsettiğim manevi değeri bir kat daha arttırıyor.
Bir de yeri gelmişken söylemek isterim ki; eski basım kitapların kalın kapaklarına ve kapaklarında -genellikle- isimlerinin yer almamasına büyük sempati duyuyorum. Başka bir yazıda görüşmek üzere, esen kalın!
Hamiş: Fotoğraflar şahsım tarafından çekilmiştir. Kalite yoksunluğundan ötürü özür dilerim.