Sezgin Kaymaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sezgin Kaymaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bakele - Sezgin Kaymaz

Bütün bir mahalle oynar mı ya? Bir insan evladı bir gece içinde seksen defa Angara'nın Bağları'nı dinler mi? Anlı şanlı bir iş adamı, ki babamdı maalesef, bir sokak düğününde ceketini beline bağlayıp göbek atar, yerlere kusuncaya kadar içer mi? Hadi ondan geçtim, annem yaa, annem... Sana ne oluyor koca kadın? Saçına dolamış gelin tellerini, Allah'ın nasıl bir gerdan kırmalar, nasıl bir parmak şıklatmalar.
Sezgin Kaymaz özellikle kitap kurdu çevremde giderek adı daha çok bilinen ve okuru, hatta hayranı günbegün artan bir isim. Bu durum bir yandan yazarın hak ettiği değeri görmesi bakımından sevindirici, öte yandan popülaritenin bir hastalık gibi bulaşıp kaliteyi bozma potansiyeli olduğu için de ürkütücü... Yine de o kadar iyi ki Kaymaz, boş verelim bozulsun gerekiyorsa, yeter ki okunsun dedirtiyor. 

Bakele, yazarın İletişim Yayınları ile yolunu ayırıp April Yayıncılık ile çalışmaya başladığı 2015 yılında yayımlanan öykü kitabı. Kaymaz külliyatına baktığınızda en kısası 274 sayfa olan kitaplarının yanında oldukça ufak bir hacme sahip olan Bakele 34 öyküden oluşuyor. Kitaba başlamadan evvel bu durum kitabın biraz aceleye geldiği hissiyatı yaratmıştı bende; April Yayıncılık'ın yeni yazar transferini bir kitapla taçlandırmak istemesinin bir sonucu olarak alelacele hazırlanmış olabilir diye düşünmüştüm. Kitabı okuduğumda o kadar da yanılmamış olduğumu fark ettim.

İki dakika konudan kopmak pahasına April Yayıncılık hakkındaki düşüncelerimi açıklamam gerek: April Yayıncılık ilk büyük hamlesini Murat Menteş ve Alper Canıgüz gibi Afili Filintalar tayfası yazarlarını bünyesine katarak gerçekleştirmiş, ardından gerek telif gerek çeviri eserler ile hızla büyümüş bir yayınevi. Edebiyata kattıkları, kitaplarının gerek tasarım gerek editöryal açıdan tatmin edici oluşu bir yana bu hızlı ve taktiksel büyüme bende kendilerine karşı bir önyargı oluşmasına vesile oldu. Söylediğim gibi herhangi bir teknik aksaklıkları olmasa da, hani ilk görüşte itici bulduğunuz insanlar olur zaman zaman, bir türlü ısınamadım kendilerine. Gerçi kabul edeyim, Kaymaz transferi oldukça zeki bir hamle ve yazarın İletişim'de geçirdiği onlarca yılda edindiği kitleyi tek kitapla neredeyse iki katına çıkartmayı bildiler, dolayısıyla Sezar'ın hakkı Sezar'a ancak bir türlü ısınamadığım bir şeyler var işte...

Neyse; "alelacele hazırlanmış" hissiyatının sebebini açıklamaya çalışıyorum: Henüz okumuş olduğum Sandık Odası, Zindankale ve Geber Anne kitaplarından yola çıkarak "lafı uzatmayı" sevdiğini bildiğim Kaymaz için kısa bir kitap gibi gelmişti. Öykülerin uzunluklarına baktığımda daha da şaşırdım zira Sandık Odası'ndaki öykülerden en kısası küçücük puntoyla 12 sayfa iken Bakele'deki en uzun öykü koca puntoyla 9 sayfa olunca bu hissiyatım perçinlenmiş oldu. "Amma taktın uzunluk, kısalık meselesine ha!" demeyin; Kaymaz'ın dilini leziz kılan en önemli unsurlardan birisi su gibi akıp giden, size tüm detayları bir çırpıda sunuveren ve yaratılan karakterlere iyice ısınmanızı sağlayan uzun anlatımı benim açımdan. Dolayısıyla dar alanda kısa paslaşmalar söz konusu olduğunda Kaymaz'ın neler yapabileceğini ilk bu kitapla deneyimlemiş oldum. 

Hakkını yemeyeyim; yine efsane bir dil, yine leziz konular, yine ayarı çok iyi tutturulmuş mizah-hüzün dengesi var karşımızda... Ama işte nice karakterler heba olmuş, nice durum komedileri harcanmış hissiyatı edinmemek de elde değil. Kimi öyküler "kitap dolsun" diye konmuş, kimi öyküler "daha da uzamasın" diye konusu kısa kesilmiş hissiyatı bırakıyor okurda ve bu durum kitabın bütünlüğüne zarar veren unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Peki bu bütünsel bozukluk Bakele'yi kötü bir kitap mı yapar? Tam olarak değil aslında; günümüz popülist edebiyat iktidarında yine bir vaha gibi çıkıyor Kaymaz öyküleri karşımıza ancak anlatmaya çalıştığım nokta Kaymaz'ın bundan çok daha iyi olduğu gerçeği. 

Kaymaz'ın, yarattığı karakterle vakit geçirdikçe karakteri zenginleştirmek gibi bir becerisi var. Sandık Odası'ndaki görece uzun öyküleri lezzetli kılan, Zindankale'yi soluksuz okumanızı sağlayan bu beceri hacim azaldıkça daha da soluklaşmış. "Kadın Gibi" isimli öyküdeki Tahir ve Behiye karakterleri örneğin, bir romanda ya da daha uzun bir öyküde karşımıza çıksa vazgeçilmezlerimizden olabilecekken dar alanda heba olmuş. Kısalık konusunda bu kadar dır dır etmemin sebebi Bakele'nin, ufak bir parça çikolatanın ağzımızı tatlandırıp sonra da bitivererek doyuramaması gibi, çok çabuk bitmiş olmasıdır belki de, bilemiyorum. 

Velhasıl; Bakele, Kaymaz kitapları için vasat ama genel çerçevede ziyadesiyle keyifli bir kitap. Kaymaz'la tanışmadıysanız ilk tercihiniz olmasını tavsiye etmesem de belki de yazarın nevi şahsına münhasır tarzıyla alıştıra alıştıra hemhal olmanız açısından daha iyi olacaktır. Onu bunu bilmem de okuyun; mutlaka Sezgin Kaymaz okuyun. Heh heh! 

Bakele - Sezgin Kaymaz, April Yayıncılık - 200 s.

Sezgin Kaymaz'ın Okurlarıyla Söyleşisi

Sezgin Kaymaz az bilinen ama bilenlerce çok sevilen bir isim; son olarak Sevinç Kuşları 1: Deccal'in Hatırı ile okurlarını mutlu eden yazar, 13 Temmuz'da kendisinin aktif olarak kullanmadığı ancak haberdar olduğu facebook sayfasında okurlarıyla ufak bir söyleşi gerçekleştirdi. İki saat boyunca okurlar sordu, Sezgin Kaymaz cevapladı. 

Söyleşiyi facebook üzerinden okumak biraz zor ve karışık olduğundan ufak tefek imla düzeltmeleriyle birlikte burada paylaşmak istedim ben de. Sevinç Kuşları serisinin devamı hakkında, eski kitapları ile karakterlerine dair ve gündelik hayatından merak edilenlerin cevap bulduğu söyleşiye yazının devamından ulaşabilirsiniz.

Zindankale - Sezgin Kaymaz

CANIM… “Doğru düzgün insan” sınıfında kabul ettiğimiz, sevdiğimiz insanların ağzından çıkınca iyi bir söz, ama bir dolu asalak kelimeyi konuşmasına ulamayı adet edinmiş, dostuyla da düşmanıyla da canımlı, cicimli, hayatımlı konuşan insanların ağzından çıkınca anlamsız, hele ki de böyle, insana tepeden bakan ve ne kadar tepeden baktığının altını çizercesine bunu kullanan insanların ağzından çıkınca epey can acıtan bir söz.
Sandık Odası'nda öyküleriyle tanıştığım Sezgin Kaymaz'ın 2004 tarihli romanı Zindankale. Kaymaz için "hak ettiğini bulamamış bir yazar " demiştim, Zindankale'yi okuduktan sonra "az bile söylemişim" diyorum... 

Hikaye bir rüyayla başlıyor; karanlık, metruk bir oda, iki bebek ve iki şahidin yer aldığı tedirgin edici bir rüya. Öyle ki tıpatıp aynı rüyayı gören hikayemizin başkahramanları Davut ve Çiğdem'e yataklarını ıslattıracak cinsten... Rüyanın ve altındaki gizemin ardında kalabalık bir güruh; Şadıman Beyefendi, Uzun Sedat, Buzdolapçı Ali Fuat, Sağlık Kabinci Kamil ve Sevim Hanım ile Selim Dayı. Onların da peşinde, Ankara'da oradan oraya koşturan haylaz bir ışık topu ve onu kovalayan gölge. En arkasında ise biz varız bu kovalamacanın; okurlar. Böylesi hareketli bir kurguyla dünyasına çekiyor Zindankale; benim gibi Ankara'nın yabancısına bile her yeri biliyormuş gibi hissettiren tasvirleri, her biri ayrı güzel karakterleri ve yerel-fantastik hikayesiyle sürükleyici, eğlenceli ve doyurucu bir kitap.

"Sezgin Kaymaz'ın bir sonraki kitabı 'Edebiyatta dilin samimiyeti' olabilir çünkü zaten çoktan yazmış da yayımlanmamış gibi yazıyor" dediğim bir tweet atmıştım kitabı okurken. Gerçekten de, örneğin ilk 300 sayfa boyunca tek bir günü anlatmasına rağmen öyle bir akıcılığa sahip ki üslubu, zaman zaman tekrara düştüğü halde okuru sıkmamayı bu dil sayesinde başarıyor Kaymaz. Hayata dair göze batmayan, aforizma kokmayan hatta belki altı çizilmeyen ama gerçek ve samimi tespitleri dikkat çekiyor. Dili gibi hikayesi de, karakterleri de -tüm fantastik öğelere rağmen- gerçek ve tanıtım yazısında sıkça vurgulandığı üzere "yerel." 

Zindankale'de edebi yönden en çok dikkatimi çeken Kaymaz'ın üslup değişikliğindeki başarısı oldu: Üçüncü kişili anlatım kullanılmasına rağmen, anlatılmakta olan mekan ve karakterler değiştikçe dil de değişiyor; karakterin üslubunu, olayın atmosferini yansıtıyor. Böylece anlatımda dinamizm, akıcılık ve samimiyet sağlanmış oluyor.

Fazlasıyla beğendiğim kitaplar hakkında yazarken şirazeyi kaçırmaktan çekindiğimi belirtmiştim; iş yine oralara varmadan son olarak eser hakkında Ömer Türkeş'in 2004 tarihli (kitabı okumayı düşünenler için sürpriz bozan bir niteliğe sahip) şu yazısında dile getirdiği eleştiriye katıldığımı belirteyim: "Anlatma becerisini yüzeydeki insani ilişkilerle sınırlıyor Kaymaz, ipuçları vermekle birlikte -beş yüz sayfalık bir romanda- o ilişkilerin ardındaki siyasi, ekonomik, toplumsal meselelere hemen hiç el atmıyor."

Kaymaz'ın şahane bir son söz ile okurla bir nevi dertleşerek sonlandırdığı Zindankale de gözü kapalı tavsiye edebileceğim kitaplar arasındaki yerini almış oluyor böylece. "Yau... Sen bi' dakka..! N'oluyor Allahaşkına?"

Zindankale - Sezgin Kaymaz, İletişim Yayınları - 527 s.

Sandık Odası - Sezgin Kaymaz

Gazetenin üstünde kahvaltı ederken bile herkesin eşit miktarda yemesi için özel bir çaba sarf etmiştim. Yiyene "Yeme" demek olmazdı. Baktım ki Cüneyt löp löp götürüyor. Ali Naci mızmızlanıyor, hemen devreye girip, "Hatırım için!" diyerek Cüneyt ne kadar yediyse ona da o kadar yedirmiştim. Yemeğin üstüne, kurbağalı dereye bir mide dolusu kusmuştu Ali Naci, ama bu da gayet normaldi. Önemli olan, yemede içmede adaletsizlik olmasın!

Elmaların Yongası
Uzun zamandır "Neden bir Haldun Taner, bir Aziz Nesin gibi mizah öyküsü yazan yeni nesil yazarımız yok bizim?" diye düşünürken çıktı karşıma Sezgin Kaymaz'ın öykü kitabı, Sandık Odası

Öncelikle şunu söylemeliyim; ben çok uzun zamandır, bir kitabı okurken kahkahalarla güldüğümü hatırlamıyorum. Yanılmıyorsam en son Gülse Birsel'in ilk kitaplarında böyle bir deneyim yaşamıştım -ki gerçekten uzun zaman oldu. Sandık Odası'nın ilk bir kaç öyküsünde kitaba ve diline alışma sürecini geçirdikten sonra, dördüncü öykü olan Geleneksel Kömüş Günü Şenlikleri'nde tabiri caizse makaraları koyverdim! Özellikle son dönemde neredeyse tüm mecralarda mizah, tespitler üzerine kurulduğu için, ayağı yere basan bir durum komedisi hasreti çekmekteydim -ki işte bu kitapta aradığımı buldum. Bu söylediğimden Sandık Odası'nın sadece mizah öykülerinden oluştuğu anlamı da çıkmasın; on sekiz öyküden oluşan kitapta hüzün de, acı da en az mizah kadar yer buluyorlar kendilerine. Ancak her daim -kara da olsa- bir humor, müstehzi bir sırıtkanlık hakim hemen hemen tüm öykülere. Çarpıcı bir sonla karşılaştığınızda bile yüzünüzdeki şapşal sırıtmayı silemiyorsunuz, üzülseniz bile gülmeye devam ediyorsunuz; tıpkı bazen gerçek hayatta olduğu gibi.

Sezgin Kaymaz'ı ve Sandık Odası'nı anlatacak en iyi tanımlama, klişe tabirlere ihtiyaç duymadan -sıcak, samimi, içten değil- tek kelimeyle; gerçek. Zaman zaman fantastik ögelerle süslense de, zaman zaman "yok artık, bu kadarı da olamaz herhalde" dedirtse de Kaymaz'ın dili ve kurgusu, sizi gerçeği okuduğunuza ikna ediyor. Kitabın arka kapağında da söylendiği gibi,  gündelik dili edebiyata taşımakta sahiden usta bir isim. Bir tek ölümün bilinmezliğine daldığında, klişeler ile fantezi arasında gidip gelmesi -sanırım bahsettiğim gerçekçiliği kırdığından- hoşuma gitmedi kimi öykülerde. Bunları bir kenara bırakırsak, baştan sona tekrar tekrar okumak istediğim bir kitap olarak yerini aldı kitaplığımda Sandık Odası.

Tıpkı Sandık Odası'nda kurguladıkları gibi gerçekte de enteresan bir öyküsü var Sezgin Kaymaz'ın; Hacettepe Üniversitesi İngilizce Dilbilimi Bölümü'nü son sınıftan terk etmiş, hem de Türkçe dersini veremediği için! Uzun yıllar oyuncu ve teknik direktör olarak hentbolla uğraşmış, sonrasında da Türkiye Voleybol Federasyonu'nda koordinatörlük görevi almış. "Popüler" denebilecek kadar duyulmuş bir isim değil belki Kaymaz ancak tıpkı edebiyatı gibi kendine has, ciddi bir okur kitlesi mevcut. Yine de hak ettiğini bulamamış bir yazar bence. 

Bugünlerde kim sorsa, ilk tavsiye ettiğim kitap oluyor Sandık Odası. Bu vesileyle kitabı hediye eden -hem de adıma imzalı!- pek değerli arkadaşıma da yeniden teşekkür ederim. Hayatın koşuşturmacısında işten-güçten yorgun düştüyseniz, biraz olsun rahat bir nefes almak istiyorsanız mutlaka okumanız gereken bir kitap. Öykü sevenlerin teşekkürlerini peşinen kabul edebileceğim kadar da iddialıyım bu sefer. İyi okumalar! 

Sandık Odası - Sezgin Kaymaz, İletişim Yayınları - 357 s.