Korkuyu Beklerken Gelenler - Hilmi Tezgör

Jön Türklerden bu yana, devleti kurtarmak, daha yaşanır bir ülke kurmak uğruna erkek Türk aydını masa başında (hayallerinde diye de okunabilir) bir halk, bir toplum, bir insan kavramı tasarlamış ve gerçeklerin bu tasarıma uymasını beklemiştir.

Emre Erbatur – Oğuz Atay’ın “Tahta At” Öyküsü ve Erkeklikler
Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken'i hakkında yazdığım yazıda belirtmiştim; 2010 yılında Hilmi Tezgör, Yeditepe Üniversitesi'nde "Oğuz Atay'ın Sekiz Öyküsü İçin Sempozyum" başlıklı bir buluşma düzenliyor ve bir sonraki yıl, bu sempozyumda sunulan bildirilerden mürekkep bir seçkiyi Korkuyu Beklerken Gelenler isimli kitapta bir araya getiriyor.


Zaman zaman dile getirmişimdir; okuduğum bir kitabın hemen ardından esere dair edebi bir kritik veya inceleme okumaktan çok hoşlanıyorum. Bu tür bir okuma, görebildiklerimi onaylamanın, göremediklerimi göstermenin yanı sıra kitabın belleğimdeki ve benliğimdeki hazmedilme sürecine de büyük katkıda bulunuyor. Ancak ilk kez okuduğum bir kitap hakkında bir kitap okudum; en genel tanımla "farklı" bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. 

Korkuyu Beklerken Gelenler'i okurken sık sık nitelikli edebiyat eleştirisi okumanın hazzıyla, bir eserin adeta otopsisini yaparcasına "kesilip, biçilmesinin" rahatsızlığı arasında gidip geldim. Kimi yazılar sahiden incelikli düşünülmüş ve kaleme alınmış, kimi yazılarsa öyküler fazlasıyla zorlama bir şekilde incelenmiş izlenimi bırakıyor. Aynı öykü üzerine yazılan yazılarda mütemadiyen tekrara düşülmesi de bir noktada yorucu bir okuma sürecine sebep oluyor. Derlenen bildirilerin hepsi elbette akademik veya edebi anlamda ayrı ayrı değerli ancak şahsi olarak bana yeni bir şeyler anlatabilmiş birkaç yazıya değinmek istiyorum:

Doğan Yaşat, "Oğuz Atay'ın Öykülerinde 'Susku' İzleği" başlıklı makalesinde farklı bir perspektif ve sağlam argümanlar sunuyor. "Susku"nun sinema veya tiyatrodan farklı olarak edebiyatta aktarmanın en zor olduğu unsurlardan birisi olduğunu belirten Yaşat, Atay'ın öykülerindeki susku izleğini sağlam adımlarla takip ediyor. 


2004'de Adam Öykü'de yayımlanan ve kitap için gözden geçirilerek küçük bir ek yapılan "Oğuz Atay Öyküsünde Birey: Notlar, Sorular" başlıklı yazısında ise Selahattin Özpalabıyıklar'ın hem birey üzerine tespitleri oldukça başarılı hem de birey olmanın yerel siyasi tarihteki yerini, Atay'ın "değer gördüğü dönemler"le bağdaştırması oldukça incelikli bir görüş:
"Oğuz Atay'ın, çoğu 'kült' yazarın -örnekse Tanpınar'ın, Nazım'ın- başına geldiği gibi, belli dönemlerde yeniden hatırlanmak, yeniden 'kült'leşmek, dahası 'mitleşmek', 'moda olmak' gibi bir yazgısı var. Bu dönemler gerçekten de belli dönemler: Kabaca 'baskı öncesi' ve 'baskı sonrası' dönemleri oldukları söylenebilir kanısındayım."
Benim ilgimi en çok çeken yazılardan birisi olan "Bir Film, Bir Hikaye: 'Beyaz Mantolu Adam'" yazısında ise Sibel Ercan, kitaptaki öykülerden Beyaz Mantolu Adam ile aynı öykünün 1999'da Yüksel Yavuz tarafından yönetilen  sinema uyarlamasını karşılaştırıyor. Benim gibi böyle bir filmin varlığından haberdar olmayanları bilgilendirmesi açısından oldukça yararlı bulduğum yazıdan, öyküyü sinemaya ilk uyarlayanın Yavuz değil, aslında Atay'ın bizzat kendisi olduğunu da öğreniyoruz -Yıldız Ecevit'in "Ben Buradayım..." isimli kitabına atıfla. Yüksel Yavuz imzalı filmi bulabilmek için epey bir çaba sarf etmeme rağmen başarılı olamadım. Bu noktada, film arayışıma belki yardımcı olabilir umuduyla, Sibel Ercan'a pek çok koldan ulaşmaya çalıştığımı ancak bu çabalarımda da muvaffak olamadığımı belirteyim ancak ümidimi kaybetmiş değilim; filme bir şekilde ulaşabilirsem, mutlaka paylaşmaya çalışacağım.

Kitapta yer alan, yukarıda bahsettiklerim dışında, 15 makalede ise Atay'ın öyküleri kah psikanalitik yaklaşımlarla ele alınmış kah alegorik çözümlemelerle incelenmiş. Kitapta, daha doğrusu bildirilerde beni en çok rahatsız eden ise referans kullanımının sıklığı: Yıldız Ecevit'in yukarıda adı geçen kitabından, Nurdan Gürbilek'in "Mağdurun Dili" isimli kitabına pek çok yerli deneme/inceleme kitabının sık sık kaynak gösterildiği makaleler, mevzu bahis kitapları okumuş olanlar için yeni veya farklı bir değer sunamama, özgünlükten yoksun kalma problemiyle karşılaşıyor; referansları, kendi söylemlerini desteklemek için değil de söylediklerini referanslarını desteklemek için kullanıyorlarmışcasına bir hava hakim çoğunda. Elbette bu durumu, olumlu bir bakış açısıyla, okunacak kitaplara yenilerinin eklenmesi olarak da algılamak pek mümkün. 


Kendi yazdıklarım dahil, blog yazılarının "edebiyat eleştirisi" veya "kitap incelemesi" olarak algılanmasından rahatsızlık duyuyorum: Eleştiri, inceleme ve yorum arasındaki bazen ince bazense ziyadesiyle bariz çizginin farkında olmak gerek kanaatindeyim; işte Korkuyu Beklerken Gelenler, bu farkındalığı yaratabilecek ölçüde profesyonel ve bir o kadar da keyifli bir kitap.

Korkuyu Beklerken Gelenler - Hilmi Tezgör (der.), İletişim Yayınları - 271 s.

6 yorum:

  1. Çok güzel bir yazı olmuş Tankut, tebrikler. Bir gün bir yerlerde denk gelip, sevdiğimiz kitapları konuşabilmeyi dilerim.
    Yalnızlar Mektebi de çok başarılı, zevkle inceliyorum arada, takipteyim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Edebiyat temalı bir organizasyon -konferans olur, fuar olur- böyle bir buluşmayı sağlayacak diye düşünüyor, daha doğrusu umuyorum ben de =)
      Yalnızlar Mektebi'nin ikinci sayısı da pek yakında kitabevlerinde olacak, bu vesileyle haber vermiş olayım =)

      Sil
  2. Bu kitabı okumalıyım ama hemen, yeni okumuşken korkuyu beklerken kitabını, tesekkurler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Korkuyu Beklerken'den hemen sonra okumak elbette faydalı olacaktır ama bu fırsatı bulamazsanız Korkuyu Beklerken Gelenler'i okumaktan da vazgeçmeyin lütfen; yazılarda alıntılar ve anlatılarla sık sık hatırlatılıyor öykülere dair önemli noktalar, unutmuş olmaktan çekinmemenizi tavsiye ederim, naçizane.

      Sil
  3. Gerçekten eleştiri, inceleme ve yorum arasında müthiş ince bir çizgi var. Pekçok kitapsever blogunda gördüğüm bir karmaşa bu: 2-3 satırla anılan ve bir resimle geçiştirilen kitaplardan tut, seninkiler gibi beğenisinin detaylarında gezinen olgun yazılara kadar. (Benzer durum benim yazılarım için de geçerli..) Bunun üzerinde iyi düşünmek gerekiyor. Bir düşünme deneyimimi "Eleştirinin Eleştirisi" yazımda paylaşmıştım. Eleştiri, kitap yazısı, yorum nasıl olabilir, nasıl olmalı? Veya "olmalı" mı? Ne gibisinin kitaba, okuyana, hatta yazara faydası var? ...

    http://littlpenny.blogspot.com/2013/04/elestirinin-elestirisi.html

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Esasında sizin yazınız, bir noktada meseleye değinmeme vesile oldu diyebiliriz; çok büyük oranda hemfikir olduğumuz bu mevzuyu ziyadesiyle temiz bir şekilde dile getirmiş olmanız, beni de bu konuda iki kelam etmeye teşvik etti. Yazının hacmi sınırlarını aşmamış olsaydı sizin yazınıza da değinmek, hiç değilse referans göstermek/bağlantı vermek arzusundaydım. Bu konuda yazınızla beraber yorum bırakarak beni mutlu ettiniz, teşekkür ederim.

      Hamiş: Ayrıca sizin yazınıza yorum bırakmak da istemiştim ama bir karmaşaya gitmiş, aklımdan çıkmış olmalı. Bu vesileyle bu isteğimi de gerçekleştirmiş sayılırım =)

      Sil