Kitabının Gölgesinde Bir Film: Gölgesizler
Sinebiyat köşesinin ilk konuk yazarı olduğum için pek
gururluyum. Umarım bu görevin hakkını verebilirim. Öncelikle -Tankut'un
bloğunda onu çekiştirmek ne kadar doğru olacak bilmiyorum ama- iki çift kelam
etmeden duramayacağım. Arkadaşımız demiş ki: "Ne var
ki, kendimde bu tarz film yazıları yazacak yetkinliği görmüyorum maalesef." Bunu sebep olarak öne sürerek de sinebiyat bölümünü kendisi yapmıyor da
başkalarından yazı yazmasını rica ediyor. Gören de beni, bizi sinema üstadı,
film eleştirmeni filan sanacak. Hele ben sinemanın henüz "si"sindeyken... Neyse
bu söze sadece gülüyorum ve Tankut'un da sinebiyat yazılarını bekliyorum. Yani
bekliyoruz. Değil mi?
Neyse konumuz bu değil. Kendi bloğum sanıp konuyu uzatıyorum
hâlâ. Konumuz Gölgesizler. Hasan Ali Toptaş'ın kitabını yaklaşık iki yıl
evvel okmuştum. Hatta blogta da hakkında bi şeyler yazmıştım. O yazıyı boşverin
şimdi ben bile okumaya utanıyorum. :) Filmi ise bu akşam, hatta yaklaşık yarım
saat önce izledim. O yüzden yazım film eleştirisi tadında gidebilir. Bunun için
üzgünüm öncelikle. Kitaptan hatırımda fazla bi şey kalmamış çünkü...
Gölgesizler filminin galiba en dikkat çeken yönü oyuncuları.
Zaten DVD'ye bakar bakmaz çarpıyor gözünüze isimler. Selçuk Yöntem'inden AhmetMümtaz Taylan'ına kadar çok iyi bir kadro. Bunlardan ayrı tutarak bahsetmek
istediğim kişi ise -son zamanlarda favorim olur kendisi- Taner Birsel.
İzlediğim neredeyse her filmde karşıma çıkması ve her filmde harika işler
çıkarması onu ayrıca takip etmeme sebep oluyor. Ha oynadığı roller çok mu zor?
Değil doğrusu. Ama kendisine uygun rollerde oynayıp, harika işler çıkarıyor.
Hepsinden öte bu filmde favori oyuncum Cennet'in oğlu rolüyle Ertan Saban.
Doğrusu kendisini pek tanımıyordum ama artık yakın takipçisiyim. Filmdeki rolü
zaten çok önemli bir roldü. Bu rolün altından fazlasıyla kalkmış. Oyuncular
zaten genelde çok iyiydi ama bende tek sırıtan Selçuk Yöntem oldu. Kendisini
çok beğenirim ama filmdeki köy muhtarı karakteri için fazla "şehirli" buldum
onu. Bu da bence yönetmenden kaynaklanıyor.
Aa bu arada filmde bir sahnede Hasan Ali Toptaş'ı da
görüyoruz. Bu çok hoş bir ayrıntı ve filmle de çok uyumlu olmuş. Ayrıca ne
yalan söyleyeyim şaşırdım Toptaş'ın böyle bir teklifi kabul etmesine. Bende hep "asosyal yazar" havası çiziyor nedense.
Ödül törenlerinde filmlerin müziklerine de ödül veriliyor ya
hani... Bu hep ilgimi çekerdi benim. Müzik ne kadar etkileyebilir filmi diye
düşünürdüm. Şu zamana kadar da kötü müzikli bir film izlememiştim hiç. En fazla "çok iyi müzikli film" izlemişimdir. Filmdeki müzikler kulağımı tırmalamaz.
Yoksa tırmalamazdı mı demeliyim? Her şey bu filme kadardı. Gerçekten müzilkleri
çok yersiz ve anlamsız buldum. Kendi başlarına harika müzikler olabilir ama
filmde gerçekten kulağımı çok tırmaladı. Bi yerde artık sesi kapatsam mı filan
diye düşünmeye başladım. Hiç müzik olmasaydı daha iyiydi sanki. Gerçi ben böyle
diyorum ama herkes müziklere hayran olmuş. İşin daha da ilginci filmin
müziklerini Candan Erçetin yapmış. Tabii ben bunu öğrendiğim an -bi
candanerçetinsever olarak- yıkıldım. Erçetin'in film için besteleyip söylediği
bi şarkı var. Eminim biliyorsunuzdur da bu film için hazırlanmış olduğunu
bilmiyorsunuzdur: "Ben Kimim?" şarkının ismi. Hatta yanılmııyorsam,
filmin vizyona girdiği yıl olan 2007'de de çok popüler olmuştu bu şarkı. Bu
şarkıyı ben de çok seviyorum. Zaten sadece filmin sonunda mevcut.Bunun
dışındaki müzikleri ise sevmedim, sevemedim.Bu arada Candan Erçetin'i de
filmin son sahnesinde azıcık görebiliyoruz.Bu da güzel bi ayrıntı olmuş.
Film hakkında yeterince yorum yaptım. Sırada film-kitap
kıyaslaması var. Öncelikle şunu söyleyebilirim; hayatımda hiçbir zaman bir
filmi kitabından daha çok sevmedim, sevemedim. Zaten ne kadar çabalanırsa
çabalansın olmuyor. Sadece bir film için kitabıyla "eşit" diyebilmiştim. Buna
sebep olarak da sinemanın olanaklarının, kimi yönlerden kitaba göre daha kısıtlı
olmasını görüyorum. Benim sinemayla en büyük derdim fazla hızlı olması. Gerçek
hayat böyle değil ve sinemada o hissi tadamıyorum. Kitapların en azından sınırı
yok. İstersen 3000 sayfa yaz hiç sorun olmaz. Ama sinema filmleri süre
konusunda daha tasarruflu olmalı. Gölgesizler filminde de en büyük sorunum
kitaptaki duyguyu alamamadı. Her şey öyle hızlı olup bitti ki... O kadar çok
ayrıntı atlanmıştı ki... O kadar çok duygu verilememişti ki... Ümit Ünal
kitabın meselesini anlamış, orası belli. Ama ama ama demek ki iyi oyuncular,
iyi yönetmen, iyi hikâye yetmiyor...
İyi kitap, vasat film. Yoksa acaba kitaptan uyarlama filmler
vasat olmaya mahkum mu? Yine de hakkını yemek istemiyorum. Sadece filmi izlemiş
olsaydım eminim çok beğenirdim. Kitabı okuduktan sonra filmi seyretmek çıtayı
biraz yükseltiyor. Her şeye rağmen ben beni düşündüren romanları ve filmleri
severim. Bu da onlardandı işte. Kitabı bitirdiğinizde ya da filmi izlediğinizde
aklınızda bi tek soru kalıyorsa bence amaca ulaşılmış demektir: Karr neden
yağar kaar???
Yazan: Gölgeli Yol
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder