Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay

Acaba iyi bir şey olacak mı? Hayır, dedim kendime. İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz. 
Oğuz Atay'ın 1973 tarihinde öykülerini derlediği kitabı Korkuyu Beklerken, kitaba ismini veren, novella olarak da tanımlayabileceğimiz (yaklaşık altmış sayfa) öyküsünün de içinde bulunduğu sekiz öyküden oluşuyor.

Öyküler genel kapsamda, "küçük tutunamayanlar" olarak da nitelendirilebilir; döneminin Türk aydının acılarını, mutsuzluklarını ve umutsuzluklarını psikolojik eksende ele alan yazar, toplum ve birey çelişkisini, bireyin ağzından ancak toplumun bakış açısıyla, ustaca gizlenmiş bir ironiyi kullanarak anlatıyor. Hemen her karakterde zaman zaman Tutunamayanlar'ın baş karakterleri Turgut ve Selim'i görür gibi oluyoruz: Toplumla uyuşamamış, dolayısıyla kendi elleriyle kendilerini dışlamış karakterlerin, alegorik anlatım ve bilinç akışı yöntemleriyle, varoluş üzerine kaygılarını dile getirmeyi çok iyi başarıyor Atay

Kitaptaki her bir öykü, hakkında uzun uzun yazılacak, incelenecek, simgesel anlatımı çözülecek, yazarın hayatından taşıdığı izler açısından ele alınacak derinliğe sahip. Hatta bu yüzden 2010 yılında Hilmi Tezgör tarafından bir sempozyum düzenlemiş ve burada sunulan bildiriler  bir sonraki yıl Korkuyu Beklerken Gelenler isimli kitapta bir araya getirilmiş -ki bugünlerde okumakta olduğum bir kitap. Dolayısıyla çok daha detaylı ve kapsamlı bir irdelemeyi hak eden bu kitap için -en azından şimdilik- söyleyecek çok da sözüm yok açıkçası...

Başka bir konuya geçmeden evvel meraklısı için belirteyim: Korkuyu Beklerken'in 2010 yılında Jocelyne Burkmann ve Ali Terzioğlu tarafından Fransızca (En guettant la peur) ve 2012 yılında Recai Hallaç tarafından Almanca (Warten auf die Angst) çevirisi yapılmış. (Hallaç'ın şu günlerde uğraştığı Tutunamayanlar'ı çevirme serüvenine dair söyleşiye ise buradan ulaşabilirsiniz.) Bu çevirilerin yanı sıra kitaptaki ilk öykü olan Beyaz Mantolu Adam da tek başına pek çok Avrupa diline tercüme edilmiş.


Yaşadığı dönemde okuyucuya ulaşamamaktan muzdarip olduğu bilinen Oğuz Atay, devrin edebiyatı bireyi görmezden gelen, ideolojik bir fonla toplumsal gerçekçiliğe saplanmış durumdayken, farklı ve yeni ürünler sunma cesaretini göstererek yalnız kalıyor. Beklenen/istenen türde "ürünler" vermek yerine, inandığı yolda ilerliyor. Bir yandan da sistemi ve sistemin dişlileri olan aydın kesimi, "edebi çeteyi" -yine dönem için bir yenilik olan- ironi vasıtasıyla eleştiriyor. Okuduğum 1987 basımının önsözünde Oğuz Demiralp "1970'lerde Oğuz Atay'ın bugünkü denli benimsenerek okunması güçtü. Okur kitlesi belli nedenlerle daha çok toplumsal kuramın etkisi altındaydı ... Durum değişti gibi. Oyunlarla Yaşayanlar adlı 'acıklı güldürü' sahneleniyor. Oğuz Atay'ın kitapları ikinci kez basılıyor." demiş. 2012'nin Aralık ayında Tutunamayanlar 59'uncu, Eylül ayında ise Korkuyu Beklerken 35'inci baskısını yapmış durumda. Lafın özü; durum değişti: "Demiryolu Hikayecileri - Bir Rüya" öyküsünde "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" diye soran Oğuz Atay, yaşasaydı -hoşnut olur muydu bilmem ama- sorusunun cevabını almış olurdu.

Atay'ın göstermiş olduğu cesarete, tavrına saygım sonsuz. Kendisini sihirli bir değnekle edebiyat tarihimizden silsek; başta kendi yazını olmak üzere, kendisinden etkilenen isimler de hesaba katıldığında ne büyük gediklerin açılabileceği de malum. Okurken keyif almadığımı da söyleyemem ancak bir okur olarak, beni  kişisel anlamda yakalayan bir yanı olmadı Atay'ın. Belki de ben fazla vurdumduymaz bir insanım, bilemiyorum. İşbu sebeple, tarihi arkaplanını gözardı edersek, benim için olmazsa olmaz bir yazar değil kendisi. 

Bunları izah etmemin sebebi, Notos'un kapak konusunu Oğuz Atay'a ayırdığı 2011'de yayımlanan 28. sayısı üzerine yaşananlara değinmek istemem: Mevzu bahis sayıda sorulan "Atay adı aklınıza ilkin neler getiriyor?" sorusuna Şavkar Altınel'in verdiği kendisini sevmediği minvalinden cevap üzerine bir tartışma başlamış, çok kısa sürede de Altınel'in internet ortamında adeta linç edilmesine varan olaylar yaşanmıştı. Egoist Okur'un bu konu üzerine  hazırladığı dosyaya Korkuyu Beklerken'i okuduktan sonra internette gezinirken rastladım ve mevzunun yaşandığı dönemde pek takip etmediğim için haiz olmadığım bilgilere ulaştım. Atay ya da başka bir isim, ne kadar mühim ve büyük işler ortaya koyarsa koysun sevilmeme ve hatta yeri geldiğinde eleştirilme hakkına sahiptir kanaatindeyim. (Evet; sevilmemek ve eleştirilmek yeri geldiğinde birer haktır.) Lafı daha fazla uzatmadan, Egoist Okur'un kalemi Gülenay Börekçi'ye katıldığımı belirterek, sizlere bahsettiğim dosyayı (buradan ulaşabilirsiniz) okumanızı tavsiye ederim.

Uzun vadede Oğuz Atay külliyatını okumak niyetindeyim. Popüler kültürün veya entelektüel mafyanın (!) baskısı altına girmeden; safi okur kimliğimle ve birey olarak duruşumla... Size de aynısını tavsiye ederim! 

Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay, İletişim Yayınevi - 187 s.

8 comments:

  1. 'Dürüst yaklaşımınızdan ötürü sizi tebrik ederim. Oğuz Atay, çok sevdiğim bir yazardır. Çünkü ironinin hakim olduğu anlatılardan çok keyif alırım. Fakat Oğuz Atay'ın -özlellikle Tutunamayanlar ile- eserlerinde birayin ait olamayışı, tutunamayışı, zihni bulanıklığı ve çaresizliği okuyucuya da sirayet edebilmektedir. Bu açıdan dikkatle yaklaşılması gerekir', diye düşünüyorum...

    ReplyDelete
    Replies
    1. Günümüzde hayat gailesi öyle bir hal aldı ki; insanların varoluşa, tikel olmaya, toplum dışılığa velhasıl kelam düşünmeye vakti, vakti varsa niyeti olmuyor pek maalesef. Okurken etkilenmemek güç olsa da uzun vadede "zararının" dokunacağını düşünmüyorum bu yüzden bahsettiğiniz sirayet halinin. Yorumunuz için ayrıca teşekkür ederim.

      Delete
  2. Yazıyı okumadan ne yazdığını bilmek de güzel oluyormuş. :) Benim zaten kitap hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun, onlara hiç girmiyorum. Belki öyküler üstünde tek tek durabilirdin. Çünkü sevmiştin sanki bi çoğunu. :) Belki Kurkuyu Beklerken Gelenler hakkında yazarken değinirsin.

    Ya o değil de yurt dışındaki baskılarının kapakları yine fazla muhteşem değil mi? Off çok kıskandım! Bizimkiler doymadılar hala yazarın fotoğrafının olduğu kapaklara... Peh! Hem senin baskı da çok güzel. Sahaf sahaf gezip bulucam ondan.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Hehe, illaki denk gelirse konuşuyoruz zaten ne düşündüğümüzü =)
      Öyküler üzerinde tek tek durmak istemedim; kitabı okumayanlar zaten okumazdı o yazıyı, okuyanlar da çoğunlukla hakimdirler meseleye diye düşündüm. Dediğin gibi KBG'den sonra tek tek değilse bile Atay öykücülüğünün mihenk taşlarını, temel özelliklerini genel olarak tekrarlamak niyetindeyim, bakalım.

      Kapak meselesine kesinlikle katılıyorum, kocaman yazar portresi bir yere kadar başarılı -YKY'nin bastığı İkinci Yeni şairlerinde seviyorum mesela- ama böyle "tematik" kitaplarda çok daha albenisi ve manası olan işler çıkabilir ortaya... İletişim'in bu meseleye el atması elzem bence de.

      Delete
  3. benimse çok beğendiğim , hatta hayranı olduğum bir yazar Oğuz ATAY , yerli edebiyatta o olmasaydı da olurdu belki ama hep bir yanı aksak kalırdı gibi hissetmişimdir, Tutunamayanları ise kaç kere okuyup doyamamışlığım vardır)

    ReplyDelete
    Replies
    1. Pek çok okur seninle aynı durumda sevgili Kitap Eylemcisi; dedim ya, belki bende vardır bir gariplik =) Şaka bir yana, sevenine de saygım sonsuz. Sadece bana hitap etmiyor, o kadar.

      Delete
  4. merhaba ne güzel bir blog takibe aldım:) bende kitap blogu yazıyorum çok yeniyim bana da beklerim:)
    http://myworldinthebooks.blogspot.com

    ReplyDelete
  5. Sendeki baskısı ne kadar güzel!

    ReplyDelete