Efendim şöyle internette dolanırken benim bir blog'um olduğu ve kendisini çok fena boşladığım geldi aklıma... (Hiç aklımdan çıkmıyordu da bir türlü fırsat olmadı diyelim.) Şaka maka nereden baksan 7 ay olmuş yazmayalı... Gemiydi mezuniyetti derken hemen ardından hayatın tutup "sen planlar yapmaya devam et, ben bildiğimi okurum" diyerek beni hiç aklıma dahi gelmeyecek durumlara sokmasıyla beraber az okuyup hiç yaz(a)mayan büyük kalabalığa katılmış bulundum. Daha açık ifade etmek gerekirse -affedersiniz ama- köpek gibi çalışıyorum efendim, ondandır buraları boş bırakmam.
Şöyle özetleyeyim; yaptığım kaba hesaba göre (oturup saydım demek istiyorum) 1 Nisan'dan beri sadece 16 günümü İstanbul'da, evimin olduğu şehirde geçirmişim. Devamı Bursa, İzmir, Denizli, Gaziantep, Adana ve Mersin'de mekik dokuyarak, otellerde yaşayarak ve çok çalışarak geçmiş. Şikayet ettiğim sanılmasın, durumumu anlatıyorum sadece. Velhasıl estiler, "haydi yeniden başlayalım bakalım" dedim ben de. Bir de buraya not düşeyim, kendime vazife olsun ilk fırsatta yazmak diye, bir merhaba diyeyim istedim.
En son nerede kalmıştık? Hah,
şurada Tiffany'de Kahvaltı'yı yazmışım, ondan sonra okuduğum ama önce yazdığım
Ağaçkakan burada, Yine aynı şekilde Akdeniz'in
yazısı burada,
Turnalar Sıcak İklimlere Göçüyordu burada ve
Biçem Alıştırmaları yazısı da
burada. Ayrıca
Yalnızlar Mektebi'nin fantastik edebiyat temalı on ikinci sayısında biricik
Sevin Okyay'la çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirmiştik, kaçıranlar dergiye nereden ulaşabileceklerini
buradan öğrenebilirler.
Yazmaya ara vereli okuduklarım karışık sırayla şu şekilde oldu: Yüzüklerin Efendisi'ni okudum nihayet, başına bir de yeniden Hobbit okuması ekledim. Tutup da hakkında bir bütün yazı yazacak değilim ama Tolkien'a hayran olmamak elde değil gerçekten.
Sonra Alper Canıgüz kitaplarını bitirdim; Tatlı Rüyalar, Babalar ve Rencide Ruhlar, Gizliajans ve Cehennem Çiçeği. Bilahare haklarında detaylı yazma niyetim olsa da kısaca ziyadesiyle keyifli kitaplardı diyebilirim.
Mahir Ünsal Eriş'in ikinci kitabı
Olduğu Kadar Güzeldik de okunanlar arasında;
şurada hakkında atıp tuttuğum
Bangır Bangır Ferdi Çalıyordu Evde ile kardeş kitap gibi bunlar, sadece kapak tasarımlarıyla değil elbette, içeriğiyle de benzeyen kitaplar.
Eriş'in tarzını sevenlerin seveceği, sevmeyenlerin sevmeyeceği bir kitap yani; pek farklı bir şey yok... Ben sevdim, şöyle diyeyim; yazarın meyve suyu kapaklı
Dünya Bu Kadar'ı da okunacaklar arasında.
Kraliçemiz
Ursula K. LeGuin'in
Yerdeniz serisine başladım.
Yerdeniz Büyücüsü,
Atuan Mezarları ve
En Uzak Sahil bitti, serinin dördüncü kitabı
Tehanu'da tıkandım kaldım. Bir ara döneceğimi umuyorum ama bu sıralar ağır okumalar yapacak halim yok ne yazık ki... O yüzden elime yeniden ne zaman alırım hiç bilmiyorum. Ağır okuma dediğime bakmayın, alabildiğine keyifli, zengin kitaplar her biri ancak
LeGuin'in,
şurada bahsettiğim
Mülksüzler'inde olduğu gibi, anlatısının sağlamlığını desteklediği enteresan bir dili var. Hem akıcı hem yorucu; hem basit hem karmaşık... Dolayısıyla bu aralar tercihimi daha sürükleyici kitaplardan yana kullanıyorum diyelim.
Bunlar dışında tam bir facia olarak niteleyebileceğim çok sevdiğim Atilla Atalay'dan Uyuyamadığım'ı okudum bir ara ama hiç değinmeden dönem mizahı kendi döneminde kalmaya mahkum deyip geçiyorum.
Bir de Barış Bıçakçı'dan Sinek Isırıklarının Müellifi'ni okudum ki kocaman bir "öööf" de onun için gelsin. Sevenleri saygısızlık olarak görmesin lütfen ama bu kadar sinameki, sıkıcı ve -bence- zorlama bir karakterle bu kadar bayık bir hiçbir şey anlatmama durumu nasıl sevildi anlayamadım. Belki ben yanlış zamanda okumuşumdur. Yine de vasat bir modern çağ Turgut Özben'i yaratma çabasından öteye geçemediğini söylemeye devam edeceğim. Hakkını yemek olmaz; Bıçakçı'nın dili özgün ve kaliteli ancak anlatımı, karakterleri ve "hikayesi" kof. Bir ara yazarın Bizim Büyük Çaresizliğimiz'ine de bir şans veririm mutlaka ama yakın bir zamanda değil.
Son olarak ise -ülkemizde ve dünyada fırtınalar koparan- Andy Weir imzalı Marslı'yı okudum. Hah işte, hakkında iki kelam edilecek kitap diye buna derim! Şaka yapıyorum tabii, hakkında yazacağım ilk kitap o olsa da bir değer ölçütü değil bu durum yani... Şimdi de elimde Harper Lee'den Bülbülü Öldürmek var ve bitmesin diye azar azar okumaya çalışıyorum.
Velhasıl hal böyleyken böyle... Ülke yokuş aşağı freni boşalmış bir kamyon gibi gidedursun, kişisel çabalarımız en fazla yüz yıllık bir zaman diliminde anlamlanmaya çalışırken dünya dönüyor, siz ne derseniz deyin. İnsanlar arası iletişimin giderek azaldığı iletişim çağımızdahahaha... Şaka şaka, çok ciddiye almayın hayatı, valla bak!