Philip Kindred Dick, bilim-kurgu dendiğinde aklıma gelen ilk isimlerdendir edebiyat dünyasında. Eserlerinde yarattığı dünya üzerindeki hakimiyeti, detaycılığı, kurguculuğu ve olay örgüsündeki başarısı tüm kitaplarını okuma isteği uyandırır bende.Kendini, önce büyük bir otorite sahibi olarak, hemen ardından tarif edilemez bir şekilde ölmüş olarak gördü. Nicole de bu geçitte yer alıyordu, kavrayamadığı pek çok yeni şekilde, değişmiş olarak gözünün önünden geçti. Gelecekte ölüm her yerde gibiydi, herkesi bekleyen bir gelecek gibi gözüküyordu...
Kendini bir PKD romanı kahramanı olarak tanımlayan 1928 doğumlu PKD, gençliğinde uzun süre radyo ve müzik ortamlarında çalışmış. 1950'lerden başlayan yazarlık hayatında kırka yakın bilim-kurgu romanı, yüz civarında da öykü yazmış. Hayatına şöyle bir göz attığınızda, kitaplarını okurken aklınıza gelen "Bir insan bunları nasıl düşünür?" sorusuna da oldukça kolay bir şekilde yanıt bulabiliyorsunuz:
"PKD'nin ikiz kız kardeşi Jane, daha çok küçükken ölmüştü. Açık alan korkusu vardı ve bu korku okul yaşamının ve yolculuklarının zor geçmesine neden oldu. 1948'de talihsiz evlilikler zinciri Kleo ile başlamıştı; iki yıl sonra boşanıp Anne ile evlendi. Bir süre sonra Anne'in eski kocasını öldürdüğü ve kendini de aynı sonun beklediği paranoyasına kapıldı. Bu çılgınlığa son vermek amacıyla 1962'de tek başına bir kulübeye taşındı. Orada yaşadığı yıllarda -iki, üç yıl- on bir roman yazdı. Arada dördüncü karısı Nancy onu terk etmişti. 1973 yılına kadar kısır geçen dönemde birkaç başarısız intihar girişiminde bulundu. Sonrasında yeniden evlendi ve yazma yetisini geri kazandı. İlaç kullandığı yıllardan beslenen Karanlığı Taramak bu yıllarda yayınlandı. Onun öykülerinden yaratılan Blade Runner filminin gösterime girmesinden bir kaç hafta önce öldü."Simulakra; sizi kolunuzdan tutup zorla içine sürükleyen bir kitap olarak başlıyor. İlk elli sayfada hiç bir açıklaması bulunmayan yeni terimlerle, değişik isimlerle karşılaşıyorsunuz ve bir yandan bu terimleri aklınızda tutmaya çalışırken hikayeye konsantre olmakta oldukça zorlanıyorsunuz. Hikayede altı ana karakter, dolayısıyla altı farklı hikaye var. Buna bir de kahramanların hayatlarına bir şekilde giren yan karakterleri eklediğinizde oldukça zorlu bir kitap olarak başlıyor. Ancak ilerledikçe bu hikayeler detaylanmaya, siz karakterleri öğrenmeye, içine girdiğiniz dünyanın yeni terimlerini anlamaya başlıyorsunuz ki bu sefer kitabın zihninize doğru yüksek bir debiyle aktığı hissine kapılıyorsunuz.
PKD -pek çok kitabında yaptığı gibi- yine sistemi ve toplumu eleştirmekten geri durmuyor. Zaman yolculuklarının, psiko-kinetizmin, sınıflar arası ayrımcılığın sıradanlaştığı dünyada geçmişe dokundurmadan da edemiyor:
"Biliyor musunuz, bizim Nazi Almanyası'nda en büyük hatamız kadınların savaş becerilerini görmezden gelmemiz olmuştu. Onları mutfağa ve yatak odasına sürdük. Hakikaten savaşta, yönetimde ya da Parti organları dahilinde üretimde kullanılmadılar. Sizi görünce ne kadar korkunç bir hata yaptığımızı anladım."Kitabın çevirisi okunabilirlik açısından bir problem oluşturmuyor. İngilizce olarak kalması gereken kelimelerin ve isimlerin çevrilmemesi en büyük artılarından birisi olmuş çünkü yazarın yaptığı göndermeleri anlamak ancak bu şekilde mümkün oluyor. Baskıyla ilgili en büyük problem ise dizgiden kaynaklanan hatalar ve tekrarlanan cümleler. Yine de sadece satmaya odaklanan yayın evlerinin yanında "çok satması garanti olmayan kitaplar"ı basma inceliğini gösteren Altıkırkbeş övgüyü hakediyor.
Kitabın sonlarına doğru hikayede işler iyice çığırından çıkıyor ve son sayfaları nasıl okuduğunuzu hiç anlamıyorsunuz. Dolayısıyla zorlu başlangıcı saymazsak, bir solukta okunup biten kitaplardan birisi Simulakra. PKD, bilim-kurgu sevenlerin mutlaka okuması gereken bir yazar, Simulakra ise yazarın es geçilmeyecek romanlarından birisi.
Simulakra- Philip K. Dick, Altıkırkbeş Yayınları - 300 s.