Okuma Radyosu #3


"Müziksiz bir hayat hatadır." - Friedrich Nietzsche

Okuma Radyosu #3 yayında!

Radyoya ister buradan, ister blogun kenar çubuğundan ulaşabilirsiniz. 

İyi dinlemeler!

Sinebiyat - Konuk yazar olur musunuz?

Müzik ve edebiyat arasındaki ilişkiden yola çıkarak Müzibiyat gönderilerini hazırlıyorum, malumunuz. Edebiyatın etkileşim içinde olduğu sanatlardan bir diğeri ise kuşkusuz sinemadır. Kitaplardan beyaz perdeye uyarlanan eserlerin sayısı saymakla bitmez... 

Anna Karenina, Sefiller, Gazap Üzümleri gibi klasikler; Uçurtma Avcısı, Bulut Atlası, Ejderha Dövmeli Kız gibi popüler kitaplar; Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi gibi fantastikler bir yana, yerli sinema da çokça nasiplenmiştir bu ilişkiden: Hababam Sınıfı, Zübük, Yılanların Öcü gibi Yeşilçam örneklerinin yanı sıra Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Sis ve Gece, Mutluluk gibi güncel eserler de sinemaya uyarlanmıştır sık sık.

Tüm bu uyarlamaların müşterek noktası ise neredeyse hepsi için "Kitabı filminden daha iyiydi" yorumu yapılmasıdır. İstisnalar kaideyi bozmaz elbette ancak okurun kafasında yarattığı dünya ile yönetmenin ortaya çıkardığı eserin birebir aynı olması elbette imkansız. Dolayısıyla bence bu iki ayrı "hayal" arasındaki farklar arttıkça, bir uyarlamadan hoşnut kalma derecesi de o kadar azalıyor kişiden kişiye göre. Elbette bu ve bunun gibi konular çok daha detaylı araştırmaların, makalelerin ve hatta kitapların konusu. 
Asıl meseleye gelecek olursak: Niyetim bu etkileşimden yola çıkıp Sinebiyat adı altında bir gönderi dizisi oluşturmak. Ne var ki, kendimde bu tarz film yazıları yazacak yetkinliği görmüyorum maalesef. Dolayısıyla sizlerden rica etmek geldi benim de aklıma; Ebediyen Edebiyat'ta konuk yazar olur musunuz? 

Kitabını da okumuş olduğunuz film uyarlamaları hakkında inceleme, eleştiri, tanıtım, yorum, kısacası istediğiniz tarzda yazıp, yazınızın burada yayımlanması için de ebediyenedebiyat@gmail.com veya yildiz.tankut@gmail.com adreslerinden birine gönderirseniz beni çok sevindirmiş olursunuz açıkçası. Hatta göndermezseniz  yakanıza yapışıp bizzat isteyebilirim de bu yazıları, haberiniz olsun.

Bütün Öyküleri - Yusuf Atılgan

... babam okula verdi beni. Yıllarca sürdü bu. Hiç hoşlanmıyordum; arkadaşlarla itişip kakışmak, öğretmenleri dinlemek yüzünden elimde olmadan büyüyordum. Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım. 
Ceren'e Masal
Yapı Kredi Yayınları'nın "Bütün Yapıtları" alt başlığıyla büyük yazar ve şairlerin, tüm eserlerini yayımlaması sahiden takdire şayan. Zaten kalemleri ile herhangi bir zamana ait olmama niteliğine sahip, gelecekte de değerlerini koruyacağı bariz pek çok edebiyatçıyı bu şekilde okumaktan çok hoşnutum. 

Aylak Adam'dan sonra Yusuf Atılgan'ın okuduğum ikinci eseri oldu öyküleri. Bütün Öyküleri başlığıyla yayımlanan eserde öykü kitapları "Bodur Minareden Öte" ve "Eylemci" ile masal kitabı "Ekmek Elden Süt Memeden" bulunuyor. Toplamda 12 öykü ve 2 masaldan mürekkep kitap, Atılgan'ın diline bir kez daha hayran bırakırken, kendisinin öykücülük adına ne büyük bir değer olduğunu gözler önüne seriyor. 

Bay C.'nin müşkülpesentliği sebebiyle pek de kanımın ısınamadığı bir kitap olmuştu Aylak Adam. Tıpkı Tutunamayanlar gibi, edebi niteliğinden çok simgelediği karakter sebebiyle "romantik üzgünlerin" yersizce popülerleştirmiş olması da bunda etken olmuştu. Ancak öyküleriyle birlikte, Atılgan'ın kalemine saygıda kusur etmemem gerektiğine kanaat getirdim. 

Atılgan, hikayelerini kah bir tavuğun, kah bir delinin ağzından yazmış. Kadın, çocuk, leylek, ihtiyar... Bu çeşitlilikte bir anlatıcı seçimi, yazarın sadece başından geçenler ya da hayat tecrübeleri üzerinden değil, eşsiz bir gözlem yeteneğinden esinlenerek yazdığını görmemi sağladı. Bir tavuğun ağzından seslendirilen Kümesin Ötesi, gerçek bir ustalığın göstergesi -ki zaten bu öyküyle Tercüman gazetesinin yarışmasında ödül almış. 

Atay'ın da esinlendiği isimlerden biri olduğu bilinen Yusuf Atılgan, esas yetkinliğini psikoloji üzerine konuştuğunda gösteriyor: Tasvirleri, simgeleri ve kurgusuyla insan ve insan ruhu üzerine veciz sözler ediyor. Sadece bu yönüyle bile hayranlık uyandırıcı iken, kurgusu ile okuru peşinden sürüklemeyi, zaten çoğu kısa olan öykülerini tek solukta bitirme isteği uyandırmayı çok iyi başarmış. Hadsizlik etmek istemem ama neredeyse "kusursuz" diyebileceğim örnekler var hikayeler arasında. 

Daha fazla söz söylemeye gerek duymuyorum; öyküleri seviyorsanız, bu değeri hacminden kat kat büyük kitabı mutlaka okumalısınız. 

Bütün Öyküleri - Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları - 124 s.

Müzibiyat #13

Halk şiirini türkülerde, deyişlerde ve hatta zaman zaman sanat müziğinde görmeye alışığız ancak kimi örnekler var ki halk edebiyatının pop müziği için bile  ilham kaynağı olabileceğini kanıtlar nitelikte. 

Yunus Emre'nin Biz Kimseye Kin Tutmayız şiirini 1972 yılında besteleyen Mazhar ve Fuat ikilisi, bu şarkıyı daha sonra grup olarak, MFÖ olarak pek çok albüm için yeniden kaydetmiş. Aşağıdaki videoda ilk kayıtlardan birini dinleyebilirsiniz. Yunus Emre'nin şiirine ise yazının devamından ulaşabilirsiniz. 

Bu vesileyle, kalanlara selam olsun! 





Adımız Miskindir Bizim
Adımız miskindir bizim düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız kamu alem birdir bize
Kamu alem birdir bize


Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun
Bilmeyen ne bilsin bizi bilenlere selam olsun 
Bilenlere selam olsun bilenlere selam olsun

Sineklerin Tanrısı - William Golding

Bizden başka canavar yok belki de...
Sevgili Gölgeliyol ile okullarımızın açılmasıyla beraber yoğun bir tempoya girmemiz sebebiyle bir süre ara vereceğimiz ortak okumalarımızın sonuncusu William Golding'in kült eseri Sineklerin Tanrısı oldu.  

Bir söylentiye göre önceleri yirmiye yakın yayınevi tarafından reddedilen ancak sonrasında 1954 yılında yayımlanan ve büyük ses getiren bir distopya Sineklerin Tanrısı. Öyle sanıyorum ki bir yerlerden duymuşsunuzdur ancak bilmeyenler için konusuna değinmek gerekirse; gelecekteki atom savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindirildikleri uçak saldırıya uğradığı için ıssız bir adaya düşen, başlarında hiçbir yetişkinin bulunmadığı, yaşları 6 ile 12 arasında değişen bir grup İngiliz çocuğun öyküsü anlatılıyor kitapta. Ancak bu, buzdağının görünen kısmı. 

Temel olarak kitabın ana kurgusu bunun üzerine kurulmuş olsa da, alegorinin en yetkin örneklerinden biri haline gelecek kadar simgelerle dolu bir kitap esasında: İyiyle kötünün, medeniyetle vahşiliğin, masumiyetle barbarlığın çatışmasını ele almış; insanoğlunun varoluşsal niteliklerinin kritiğini yapmış Golding

Kitabın sonunda, çeviriyi de yapan Mina Urgan imzalı bir Sonsöz mevcut (okuduğum bir kitabın hemen ardından o kitap hakkında edebi bir eleştiri okumak gerçekten çok hoşuma gidiyor, bu hususta Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'na müteşekkirim) ki orada tüm bu simgesel anlatımın izahatını, oldukça açıklayıcı bir şekilde yapmış kendisi. 

Sineklerin Tanrısı kesinlikle tedirgin edici bir kitap; öyle ki sık sık elimden bırakıp, okumaya ara verme ihtiyacı duydum. Okuduklarından öyle pek de kolay etkilenen biri olmamama rağmen zaman zaman oldukça gerildim. Belirtmem gerekir ki, William Golding böylesi başarılı bir etkiyi aşırı detaylı şiddet sahneleri veya biraz sonra ne olacağını merak ettirme yoluyla değil, yarattığı atmosfer vasıtasıyla başarmış. Kimi yerlerde işler çığırından çıksa da, bana çoğu zaman şiddet unsurları bir nebze yumuşatılmaya çalışılmış gibi bile geldi...

Kitaba dair hoşuma gitmeyen unsurlardan birisi; yazarın betimlemelerde kullandığı dil oldu. Bazı zorlama tasvirler, hele bir de devrik cümlelerle bir araya geldiğinde, oldukça zorlu bir okuma deneyimi sunuyor. Kurgunun en heyecanlı yerlerinden birinde, karakterin üzerine düşen "atmosfere hayali bir hava katan, ağaçların koyu yeşil yapraklarından meydana gelen damın arasından yağmur gibi damla damla parlayan altın sarısı gün ışığı" minvalinden tasvirler okumak hem akıcılığı öldüren, hem de okuru yoran bir unsur olmuş. Çeviri hususunda ise "yarda" gibi metrik olmayan ölçü birimleri ile "cengel" gibi dilimize geçişi eskide kalmış kimi kelimeler başlarda biraz garip gelse de, alıştıktan sonra bir problem olmaktan çıkıyor.

Sürpriz bozmadan kitaba dair söyleyebileceklerim bu kadar; distopya türünün ideal örneklerinden olan klasikleşmiş bu kitap, mutlaka her edebiyat severin okuması gerekenler arasında. 

Sineklerin Tanrısı - William Golding, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - 261 s. 

İntihar Notlarım - Michael Thomas Ford

Ve Sevgililer Günü'nün, milyonlarca yıl falan önce bir imparatorun, askerleri zayıflattığını düşündüğü için evliliği yasaklamasıyla ortaya çıktığını biliyor muydunuz? Rahip -Valentine- insanları gizlice evlendiriyormuş ve bu yüzden kellesini kaybetmiş. Yani ilk Sevgililer Günü hediyesi adamın birinin kafasıymış. Alın size biraz tarih. 

Düşününce, aslında mükemmel. Aşık olmak da başını kaybetmeye benzemiyor mu?
"İntihar bir soru mudur, yoksa bir yanıt mı?" diye sormuş ON8 Kitap, kitabın tanıtım sayfasında. ABD'li yazar Michael Thomas Ford, İntihar Notlarım'da bir yandan bu soruyu cevaplamaya çalışırken, diğer yandan da genç bir adamın öyküsünü sunuyor. 

İntihar girişiminin ertesinde gözlerini psikiyatri kliniğinde açan 16 yaşındaki Jeff'in ağzından 45 günlük bir süreç olan terapi günlerini dinliyoruz. İnsanın ölüm karşısındaki beş tepkisi gibi durumunu önce inkarla, sonra öfkeyle en son da kabullenme ile karşılayan Jeff tüm bu süreç içerisinde terapi arkadaşlarını gözlemleme, aile  ve arkadaşlık hayatını sorgulama ve kendini keşfetme imkanı buluyor. 

Thomas Ford, etkileyici bir karakter yaratmış; sevimli, komik ve savunmasız. Bazen yaşından çok büyük laflar eden, bazen de çocuksulaşan bir genç Jeff. Dolayısıyla son derece gerçek. Mizahi yönü oldukça kuvvetli, hatta sarkazmı sık sık bir savunma mekanizması olarak kullanan, kendisine alaycılıktan bir kabuk örmeye çalışan bir karakter. 

Sosyal ve psikolojik açıdan oldukça eleştirel  ve başarılı bir eser ortaya koyan Ford, kurgu konusunda bu derece başarı sergileyememiş maalesef. Jeff'in ağzından yazılan satırları okurken oldukça güzel vakit geçirmiş olsam da, etkileyicilikten uzak buldum. Bunda hikayenin çözümüne doğru lafın biraz uzatılmış olması da etken; bir nebze daha kısa olsaydı daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. 

Konudan sapmak pahasına başka bir meseleye değinmek istiyorum: ON8'in yayın koordinatörü Aslı Tohumcu ile TÜYAP'ta yaptığımız kısa sohbette, kimi ebeveyn ve öğretmenlerin "Gençlere böyle bir kitap okutmak onları olumsuz etkilemez mi?" diye parmak salladığından dem vurmuştu. Hem de -elbette- kitabı okumadan. Özellikle televizyon ürünlerinin sık sık maruz kaldığı bir suçlama bu; körpe dimağların "olumsuz" etkilenmesi endişesiyle yapılan girişimler -ki son dönemde edebiyata da uygulanan sansür üzerine sansür haberleri de (tamamen iyimser bir bakış açısıyla) bu kaygıyı taşıyor. Bu noktada dikkat edilmesi gereken ilk unsur, önceliğin mevzu bahis dimağların "maruz kaldıkları" etkilerden çok, yetiştirilme tarzlarında olması gerektiği. Kurguyla gerçeği ayırt etmeyi bilmeyen; şiddet, cinsellik, intihar gibi karmaşık konuları birer tabu olarak görüp, kafa karışıklıkları hakkında konuşmaktan çekinen bireyler yetiştirildiği sürece televizyon da, sinema da, edebiyat da bu tarz saldırılara maruz kalacaktır. Bu mesele halledildiği takdirde, sunulan eserlerin niteliği ve niceliği hakkında konuşmak çok daha doğru bir sonuca ulaştıracaktır bizleri.

İntihar Notlarım içinse gönül rahatlığıyla "temiz" raporu verebilirim: İntiharı övmek değil, sorgulamak gibi riskli bir amacı, başarıyla nihayete erdirmiş kitap. Gelişme çağında pek çok insanın aklından geçen sorulara, problemlere ve hatta kimi travmalara değinme şeklini ve yarattığı karakterlerin bunlarla başa çıkma yollarını ziyadesiyle aydınlatıcı bulduğumu da eklemeliyim. 

Edebiyat adına beklentilerinizi düşürüp, genç-yetişkinlerin gerçek ve acımasız yaşamları hakkında bir şeyler öğrenmek için ideal bir kitap. Hatta kim bilir, belki bizzat yaşadığınız süreçleri anlamlandırma konusunda bile yardımı dokunabilir.

İntihar Notlarım - Michael Thomas FordON8 Kitap - 256 s.

Durmayalım Düşeriz - Burcu Aktaş

Hayal etmeyi bilmeyenler her şeye inanmaya hazırdır.
Küçükken okuma şansını bulamadığım kimi klasikler ve ilgimi çeken birkaç kitabı saymazsak yaş aldıktan sonra oldukça az çocuk kitabı okuduğum söylenebilir. Burcu Aktaş'ın ikinci kitabı Durmayalım Düşeriz de ikinci kategoriden girdi kitaplığıma, merakımdan dolayı okuduğum bir kitap oldu. İsminin naifliği ve sahiden çok beğendiğim kapağı ile sevgili Aslı Tohumcu'nun buradaki yazısı birleşince ben de okumak istedim. 

Hayal gücünün bir nevi kutsallığına inanır mısınız? Ben inanırım: Ne büyük etkiler yaratabileceğini, ne dramatik senaryolar yazabileceğini, insanları nasıl da farklı kılabileceğini biliyorum. Öyle ki hayal gücünü yitirmeyen insanların "iyi insanlar" olacağına dair beklentilerim vardır. Hatta bundandır; çocuklardan gayrı tek gerçek hayal gücü sahipleri, sanatçılar, çokça hayal kırıklığına uğratmıştır beni. 

Durmayalım Düşeriz, kimi benim diyen polisiyelere taş çıkarır cinsten bir sürükleyiciliğe sahip. Yokuşpaşa sakinleri, kaybolan kızı Asuman için feryat eden İzzet'in acı çığlığıyla yağmurlu bir sabaha uyanıyorlar. Evlerinin kapıları birbirine bakmasına rağmen gerekmedikçe sohbet etmeyen, komşuluk bir yana arkadaşlıktan dahi sakınan Yokuşpaşalılar, İzzet ya da kızının iyiliğinden çok, dizginleyemedikleri meraklarından dolayı bu garip kaybolma hikayesinin ardına düşüyorlar. Araştırmaları sürer, garip olayların ardı arkası kesilmezken, yavaş yavaş mahalle hayatının canlanışına şahit oluyor ve yokuş aşağı, hiç durmadan akan bir hikaye okuyoruz biz de, Nalan Alaca'nın enfes çizimleri eşliğinde... 

Bu heyecanlı kurgunun yanında, hayal gücünün bahsettiğim türden kutsallığı da hikayemizin fonuna eklendiğinde dört başı mamur bir çocuk kitabı çıkmış ortaya. Kitabın ismi gibi, Yokuşpaşa sakinleri de naif insanlar; Zemin Kat Kemal, Bakkal Osman, Şaşa, Asuman'ın arkadaşları Özge ve Tahsin hatta mahallenin kedisi Meze... Bütün bu (artık nostaljik mi demek gerek, bilemiyorum) safiyet, ister istemez bizim neslin son demlerini yakaladığı sokakta oyun oynamanın, mahalle yaşamının güzelliğini anımsatıyor. Hepsi bir yana, en çok da yarattığı merak ve akıcılığı ile sadece çocuklara değil, herkese hitap eden bir kitap Durmayalım Düşeriz

Söyleyecek pek fazla söz yok; yaşlanmış ama büyümemişseniz, hayal gücüne ve hayal gücünüze inancınızı yitirmediyseniz severek okuyacağınız bir kitap. Hediye edeceğiniz, okuyacağınız bir çocuk da varsa etrafınızda, ne âlâ!

Durmayalım Düşeriz - Burcu Aktaş, Doğan Egmont Yayıncılık - 92 s.

Hikayeler 2 - Türk Dil Kurumu Yayınları

“Hayat bu işte; diye düşündü, hep mücadele! Dengeli olmak ve sağlam adım atmak yolunda olağanüstü çaba göstermek!... Yorulmamak adına hep yorulmak!” 
Sabahat Emir – Güzelliğin Bittiği Yerde
Türk Dil Kurumu'nun Güzel Yazılar dizisinden Hikayeler 1 kitabını okumuş, şurada da yazısını yazmıştım. Aynı serinin ikinci kitabı Hikayeler 2, keyifle okuduğum öykü sayısı bakımından daha üstün geldi. 

Kitaba ilk başladığımda, birkaç öyküden sonra "Öykücülüğün gelişememesinden yakınanları anlamıyorum; bu öykülerle bu kadar ilerlemiş olması bile mucize!" mealinden hadsiz yorumlar yaptığım doğrudur ancak iş, Cumhuriyet Dönemi'nden çıkıp da yavaş yavaş modern yazarları okumaya başlamamla boyut değiştirdi: Kimi sağ, kimi aramızdan ayrılmış ve anladığım kadarıyla Türk öykücülüğünün temellerini atmış isimler, bahsettiğim serzenişin ziyadesiyle yerinde olduğunu gösterdi. 

Tam olarak teknik bilgiye haiz olmadığım için kim öncüdür, dönemler nasıl birbirinden ayrılır, kim kimden daha önce yazmıştır bilmesem de, okuduğum kitap için, bariz farkların Vüs'at O. Bener'in öyküsüyle başladığını gözlemledim. Bilinç akışı kullanması, öykünün başının ve sonunun açık olması ve dil kullanımındaki farklar, öykücülük adına yeni bir adım olarak görülebilecek türden. Bu vesileyle zaten okumak istediğim Bener'le tanışmam da gerçekleşmiş oldu. Ardından yenilikler ve farklılıklar ardı ardına boy göstermeye başladı: Kahramanın iç devinimlerine odaklanan öyküler, metaforlar ve simgeler ile öykünün alt metnini işlemeler, soyut anlatım, psikolojik betimlemeler ve okuma deneyimini sahiden farklılaştıran enfes kurgular... Öykü gibi dar bir alanda hem hikayeye hizmet edecek, hem de okuru bezdirmeyecek bir kurgu oluşturmak, benim gözümde sahiden takdire şayan bir iş ve bu işin kimi en leziz örneklerine de bu kitap vesilesiyle şahit oldum. (Elbette tüm bunlar Amerika'nın yeniden keşfedilmesi misali yepyeni ögeler olmayabilir; dikkatimi çeken kısım, sık sık ve cesurca yeniliklere başvurulmuş olması.)

Birincisinde olduğu gibi bu kitabı okumaktaki temel gayem; ismini duyup da başlama fırsatı bulamadığım yazarlarla tanışmak ve -daha da keyiflisi- hiç duymadığım yeni isimler keşfetmekti -ki kitabın iki amaca da ziyadesiyle hizmet ettiğini söylemeliyim. Yazının sonunda kitapta öyküsü bulunan tüm yazarların listesini sunacağım ancak Adalet Ağaoğlu, Bilge Karasu, Ferit Edgü, Tomris Uyar, Murathan Mungan gibi isimleri -nihayet- okuyabilmiş olmaktan; Tarık Dursun K., Mehmet Seyda ve Sabahat Emir ile tanışmış olmaktan çokça hoşnut kaldım.

Değindiğim serzenişe gelecek olursak; edebiyatçı ve eleştirmenlerce sıkça dile getirilen yeni nesil öykücülüğün cesaretten uzak, birbirine ve bir iki nesil önceki örneklerine benzer nitelikte olması sorunu gerçekçilikten çok da uzak değil sahiden de. Bir söyleşide Yekta Kopan'ın söylediği -ama uygulamaktan aciz olduğu- gibi; edebiyatın giderek ticari bir meta özelliği kazanmasıyla birlikte genç isimlerin yeni ve/ya farklı yollara girmekten kaçınmaları giderek kısır bir döngü oluşmasına, edebiyatın ilerlemek yerine yerinde saymasına sebep oluyor. Esinlenmek ile "taklit etmek" (?) arasındaki keskin ancak ince çizgi bulanıklaştıkça, farkları ayırt edilemeyen pop şarkılar ya da aksiyon filmleri gibi öykülerimiz de birbirine benzemeye başlıyor. Elbette bu siyaset, sosyoloji, ticaret gibi pek çok farklı değişkeni olan zorlu bir denklem -hakkında burada konuşmak için de fazla uzun bir konu.

Neticeye gelmeden evvel; kitabın basım hatalarıyla dolu olduğunun ve bu problemin TDK'ye ait bir kitapta bulunmasının yarattığı ironinin altını çizmek istiyorum. En basitinden, İçindekiler kısmında "Tamris Uyar" gibi bir hatanın nasıl gözden kaçtığını anlamak zor. Bu arada kitap kulübümüzden öğrendiğim kadarıyla sete ulaşmak şimdilik -sahaflar dışında- olanaksız gözüküyor. Bu iki durumdan, iyimser bir şekilde, kitapların yeniden basıma hazırlandığını umut ediyorum.

Temenni ederim TDK Yayınları, edebiyat meraklıları için oldukça faydalı olduğunu düşündüğüm bu diziyi yayımlamaktan vazgeçmez. Öykücülük tarihimizi merak eder ve bulabilirseniz okuyunuz derim. 

Kitapta öyküsü bulunan yazarlar:
Orhan Hançerlioğlu, Tarık Buğra, Mehmet Seyda, Sabahattin Kudret Aksal, Hakkı Kamil Beşe, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Vüs'at O. Bener, Nezihe Meriç, Zeyyat Selimoğlu, Kamuran Şipal, Adalet Ağaoğlu, Bilge Karasu, Tarık Dursun K., Mustafa Necati Sepetçioğlu, Bekir Yıldız, Tahsin Yücel, Bektaş Ağaoğlu, Oğuz Atay, Firuzan, Ferid Edgü, Şevket Bulut, Behzat Ayi Sevgi Soysal, Tomris Uyar, Sabahat Emir, Nazlı Eray, Sevinç Çokum, Mustafa Kutlu, Burhan Günel, Selim İleri, Nursel Duruel, Murathan Mungan, Nedim Gürsel, Feyza Hepçilingirler, Ayşe Kilimci, Kemal Kurt.


Güzel Yazılar / Hikayeler 2 - Haz. İsmail Parlatır, Türk Dil Kurumu Yayınları - 380s.

Hafif Metro Günleri - Murat Yalçın

Yaşam, böyle böyle elimizin altında işte… Yaşayıp anlatacak olanlara. Auster, lafı ağzımdan alırsa, “Öyküler ancak onları anlatabilecek olanların başından geçer” diyecektir. Doğrusu, başımdan çok aklımdan geçiyor yaşam.
Rica ediyorum, birileri bana bilinç akışı tekniğini izah edebilir mi? Gerçekten; bu kadar çok beğenilen, takdir edilen, el üstünde tutulan bir yönteme, bu kitapla beraber ne kadar yabancı olduğumu bir kez daha anlamış bulunmaktayım. 

Bahsettiğim kitap Murat Yalçın'ın Hafif Metro Günleri isimli romanı. En yalın haliyle özetlemek gerekirse; metroda seyahat ettiği sırada, adeta serbest çağrışımla oluşan düşüncelerini aktarıyor anlatıcımız. Gözüne ilişen manzaralardan, kulağına çalınan konuşmalardan ve kendi düşüncelerinden yola çıkarak hayallerini, pişmanlıklarını, yaşanmışlıklarını ortaya döken, bu esnada da sık sık büyük edebiyatçılardan alıntılar yapan "marjinal" bir adamın içinden geçenleri okuyoruz tüm kitap boyunca. 

Bir öykü için muhtemelen ideal bir yaklaşım olsa da, 95 sayfa boyunca bir adamın aklından geçenleri takip etmek, biraz yorucu bir okuma deneyimi sunuyor okura. Zaten Hafif Metro Günleri de Yalçın'ın tek romanı imiş; diğer eserleri öykü türünde. Hatta önceki baskılarında "alıntı" olarak nitelendirilen eser, Notos Kitap'ın bu yeni baskısında "roman" niteliğini kazanmış. Teknik açıdan farklarını bilmesem de, roman ya da kısa-roman (novella) olması için herhangi bir engel göremiyorum.

Kitabın arka kapağında anlatıcı karakter için "'İnsan hiç değilse avucunu yalamalı ki bir yeri temiz kalsın' türünden özlü sözler etme sevdasıyla yaşayan..." diye başlayan bir tanımlama mevcut -ki sadece o uzun tek cümleyi bile okuyarak sizi yaklaşık olarak neyin beklediğini anlayabilirsiniz. Belki sarkastik olma maksadıyla söylenmiş bir söz olabilir ancak gerçekten  anlatıcının aforizma üretme çabası hem göz, hem de gönül yorucu cinsten. Eserde hoşuma giden birkaç cümlenin, başkalarından alıntılanmış cümleler olduğunu söylersem, ne demek istediğimi anlatmış olurum sanıyorum ki...

Genel olarak hoşuma gitmeyen mesele; anlatılmak istenenin basit ve bariz yollarla değil, alengirli ve "okuyan ne düşünür?" ya da "okuyanı nasıl etkilerim?" gibi nahoş soruların gölgesini hissettiren bir şekilde anlatılması. Basit ve bariz tanımından, dilin ve kelimelerin estetik bir biçimde kullanılmasını tenzih ediyorum elbette. 

Tüm bu söylediklerime rağmen Murat Yalçın okumaya devam edeceğim. Bunun birinci sebebi, hali hazırda zorlu okumalardan hoşlanıyor olmam ve bir okur olarak kendimi geliştirme isteğim. Bir diğer sebep ise kendisiyle tanışmamın tek romanı vesilesiyle gerçekleşmiş olması; Karga Zarif gibi, Şen Saat gibi fikrine değer verdiğim insanlarca beğenilen öykü kitaplarında da şansımı denemek istiyorum.

Netice itibariyle; zorlu okumalardan ya da bilinç akışı tekniğinden hoşlanıyorsanız severek okuyacağınız bir kitap Hafif Metro Günleri. Yine de sizlere, benim düştüğüm hataya düşmemenizi -öykülerinin çok daha iyi olduğu henüz bir varsayımdan ibaret olsa da benim içinönceliği Yalçın'ın öykülerine vermenizi tavsiye ederim. 

Hafif Metro Günleri - Murat Yalçın, Notos Kitap - 95 s.