Uzun Bir Ara

Merhabalar! 

Bugün fark ettim ki Ebediyen Edebiyat'ta ilk yazı yayımlanalı yaklaşık üç buçuk sene olmuş, insan inanmakta güçlük çekiyor.

Klişe ama gerçek; veda etmeleri hiç beceremem. O yüzden doğrudan konuya giriyorum: Önümüzdeki altı ay boyunca eğitimim gereği gemide staj yapacağım. Bu esnada iletişim olanaklarım oldukça kısıtlı olacak, dolayısıyla -bir sürpriz olmazsa- blog altı ay yazısız kalacak. Bu sürede Ebediyen Edebiyat'ı boşladığımı düşünmeyin ve kendinize iyi bakın diye haber vereyim dedim.

Gemide de kitap okumaya devam edeceğim, döndüğüm vakit yeniden bir arada olmak temennisiyle, hoşçakalın!

Kraliçe Kitap Okursa - Alan Bennett

“Okuyorum, düşünüyorum,” dedi Norman’a, “çünkü insanın, başkalarının nasıl olduğunu öğrenmek gibi bir görevi vardır”; oldukça basmakalıp bir sözdü bu ve Norman’ın pek dikkatini çekmedi; o kendini böyle bir yükümlülük altında hissetmiyor, aydınlanmak için değil, sırf zevk için okuyordu; gerçi bu zevkin bir bölümü de aydınlanmaydı, görebiliyordu bunu. Fakat bunun içinde görev yoktu.
1934 doğumlu İngiliz oyun yazarı, senarist, aktör ve yazar Alan Bennett'ın 2007'de yayımlanan eğlencelik bir novellaKraliçe Kitap Okursa. Keyifli, akıcı ve dedim ya; eğlenceli! 

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in başından geçen kurgu bir serüveni; kendisinin gedikli bir okura dönüşmesinin serüveninin anlatıyor Bennett. Günlerden bir gün sarayın köpekleri, bahçeye park etmiş olan garip kamyonete öyle çok havlıyorlar ki, majesteleri gürültüden dolayı özür dilemek için gittiğinde varlığından bile haberdar olmadığı, her hafta saraya gelen Westminster gezici kütüphanesiyle tanışıyor. O yaşına kadar pek okumayan -doğruyu söylemek gerekirse hiç okumayan- Kraliçe, konumu gereğince bir kitap almak zorunda hissediyor kendisini. O kadar şanslı başlamıyor bu serüven; seçtiği kitap kötü çıkıyor. Tam bir görev kadını olan kadıncağız zorla bitirdiği kitabı iade ederken yine ayıp olmasın diye ikinci bir kitap daha alıyor ancak bu sefer şansı yaver gidiyor; bu kitapla beraber gerçek bir okuma tutkusuna kapılıyor majesteleri... Öyle ki saraydaki görevlerini aksatmaya, konumunu ve kişiliğini sorgulamaya, hayata bambaşka bir gözle bakmaya başlıyor.

Bennett; okuma tutkusu, okurun kendine has telaşı ve yavaş yavaş kendini geliştirmesi konularını merkez almış, enfes bir üslup ve eğlenceli bir kurguyla birleştirerek şahane bir iş çıkartmış ortaya. Böylesi basit, sevimli ve hafif bir kitabın okuma ve edebiyat tutkusu üzerine böylesi saptamalar yapmasını beklemiyordum açıkçası. Elbette öyle aman aman tespitler, hiç duyulmamış söylemler ihtiva etmiyor Kraliçe Kitap Okursa; daha çok edebiyat tutkusu üzerine sevimli bir novella diyebiliriz belki. Yine de geniş bir hayal gücüyle tam da olmasını hayal ettiğimiz gibi bir Kraliçe portresi çizen, üzerine muzip diliyle de okuru sık sık gülümseten Bennet, leziz bir işe imza atmış. Kitabın sonuysa, tam anlamıyla evlere şenlik! 

Kitabın en büyük sıkıntısı, Sel Yayıncılık'tan hiç beklemediğim bir şekilde, felakete yakın çevirisi maalesef. Gözlemlediğim kadarıyla çeviride yorumdan kaçınmış Süha Sertabiboğlu; cümleleri doğrudan çevirmiş, bu yüzden dilde sıkıntılar baş gösteriyor sık sık. En basitinden kitabın adı bile "doğru" çevrilmemiş; orijinal ismi The Uncommon Reader olan kitabın sahip olduğu yüksek seviye muzipliğe ters, yavan ve esprisiz bir isim Kraliçe Kitap Okursa. Hele o korkunç kapak tasarımına ne demeli, nerelere gitmeli, hiç bilemedim. Kitaba ait internetten bulduğum bir kaç farklı kapak tasarımı şöyle örneğin:



Her neyse, özetlemek gerekirse; kitap okumayı neden sevdiğinizi yeniden keyifle hatırlatacak; kitaplarla arası iyi olmayan eşe dosta ise edebiyat tutkusunu anlatabilecek, eğlenceli bir kitap Kraliçe Kitap Okursa.

Kraliçe Kitap Okursa, Alan Bennett - Sel Yayıncılık, 104 s.

Kadının Cenette Yeri Yok - Neval El Saddavi

Küçük çocuklar kadınların kulaklarından doğar... Hepsi korku ve telaşla kulaklarına dokunurlar. Hayır, kulaklarından değil, burunlarından... Titreyen parmaklarını burun deliklerine sokarlar. Hayır, burundan olamaz, delik çok küçük, çocuklar oradan çıkamazlar. Öncesinde korkunç bir şeyler olur, annelerin gizledikleri bir şeyler, sürekli tekrarlanan bir facia... Her yıl!.. Aptallaşma, her ay!.. Ne felaket!
Sıfır Noktasındaki Kadın ile tanıştığım Neval El Saddavi veya Nawal El Saadawi'nin 1987'de İngiltere'de yayımlanan öykü kitabı Kadının Cennette Yeri Yok. İsminin getirdiği beklentinin aksine bu sefer sadece kadınları anlatmıyor Saddavi; savaşları, cinsellik politikalarını, bürokrasiyi, çocuk olmayı, erkek olmayı yani kısacası insanlığı ve özellikle insanlığın karanlık taraflarını anlatıyor.

Neval El Saddavi, yazarlığının ve psikiyatristliğinin yanı sıra ciddi bir feminist aktivist ve muhalif. 1972'de kaleme aldığı Arap kadınlarının sorunlarını anlattığı Woman and Sex kitabı ile beraber başı çokça devletle derde giren, hapis yatan, eşinden boşanma ve Mısır'dan atılma cezalarına çarptırılan yazar, aynı zamanda Arap Kadınları Dayanışma Derneği'nin kurucusu. Kendisiyle 2004 tarihinde yapılan Peçeyi Kaldırmak başlıklı şu söyleşide hakkında açılan son davaların durumunu, Mısır'ın o zamanki hali hakkındaki görüşlerini ve özellikle bayıldığım feminizm hakkındaki düşüncelerini okuyabilirsiniz. 

Kadının Cennette Yeri Yok, iç sıkan kitaplardan; gerek ele aldığı konular, gerekse kullanılan dil manen ve madden yorucu bir okuma deneyimi sunuyor. Öykülerin kiminde oldukça karmaşık bir alegorik anlatım, çoğunda ise bilinç akışı kullanılmış -ki bazı öykülerden hiçbir şey anlamadığımı itiraf etmem gerek. Her bir hikaye okuru düşüncelere sevk etse de çoğu Sıfır Noktasındaki Kadın'ın vuruculuğundan uzak. Kitaba dair bir diğer sıkıntı ise çok fazla ve kısa öykünün kitapta yer alıyor oluşu; hikayeler arasında sık sık geçiş yapmak, zaten anlaşılması güç öyküleri daha da anlaşılmaz kılıyor zaman zaman. Geriye kalan bir kaç gerçekten şahane öyküyse, kitabı ve okuru kurtarmak için yetersiz kalıyor maalesef. Yani okumak isterseniz; bir kaç güzel öykü için, yirmiye yakın zor anlaşılır öyküyle karşılaşmayı göze almalısınız.

Saddavi okumaya devam edeceğim; feminist edebiyata, hele hele oryantalist feminist edebiyata ekstra bir ilgi duymasam da  gün geçtikçe kanıksar hale getirildiğimiz ve dünyanın bir köşesinde, gerçekten yaşanmakta olan bu trajik hayatlara Saddavi'nin kaleminden şahit olmak için.

Kadının Cennette Yeri Yok, Neval El Seddavi - Everest Yayınları, 121 s.

Baumhoff Patlayıcısı - William Hope Hodgson

"Tanrım" dedi, karanlığın içinde, "İsa ne kadar acı çekmiş olmalı!"
Fantastik literatür denince akla gelen çağdaş isimlerin hemen hepsi fantastik kurgunun babası J.R.R. Tolkien'den etkilenmiş, kendi evrenlerini yaratırken ondan esinlenmiştir; Terry Brooks, George R.R. Martin hatta J.K. Rowling... Peki Tolkien'ın kendisi kimden etkilenmiştir diye hiç merak ettiniz mi?

"Tolkien'den Önce Masallar: Modern Fantezinin Kökleri" isimli derlemede pek çok isimden söz ediyor Tolkien uzmanı Douglas A. Anderson: Sihirli yüzüklerin, efsunlu bir kılıcın, vahşi bir ejderhanın lanetlediği ve iki kadının arasında kalan bir kahramanın yer aldığı The Story of Sigurd'un yazarı Andrew Lang'den; Tolkien evrenin yapı taşlarından Elf kavramının ilk kez yazılı hale geçtiği metin olan Elfler'in yazarı Ludwig Tieck'e... 

Mevzu bahis kitabımız Baumhoff Patlayıcısı'nın yazarı William Hope Hodgson da bu isimlerden bir diğeri. Kitabın arka kapağına göre; Yüzüklerin Efendisi'nde Tolkien, karanlığın güçlerini Hodgson'ı hatırlatır biçimde uyandırmaktaymış. 1877 İngiltere doğumlu Hodgson, bilim-kurgu, korku ve fantastik yazında eserler vermiş. Yazarlığının yanı sıra denizcilik ve askerlik de yapan Hodgson, özellikle korku türündeki eserlerinde yaşadığı macera ve gözlemlerinden sık sık faydalanmış, kült eserler bırakmış. İlk olarak 1919 tarihinde yayımlanan Baumhoff Patlayıcısı (bir diğer adıyla Eloi, Eloi, Lama Sabachthani) esasen bir kısa öykü. Dinine oldukça bağlı, aynı zamanda bir deha olan kimya uzmanı Baumhoff, dini bir mucize olan "çarmıhın kararması"nı kanıtlamak üzere arkadaşı Stafford'un tanıklığını kullanıyor. Hikayenin ana hattında bu deneyi dinliyoruz Stafford'un ağzından.

Bu küçücük hikaye gerçek bir ustalık eseri; kitabın ilk sayfasında yer alan "çok az yazar karanlığa hayat vermede Hodgson kadar başarılıdır" söylemine hak vermemek elde değil. Basit bir anlatım, basit bir dil ve basit bir kurguyla böylesi karanlık ve manen ağır bir kitabın ortaya çıkabileceğini düşünmezdim. 

Yayımladıkları kitaplara hayran olsam da pek çoğunda sık sık basım ve imla hatası bulunan ve enteresan bir şekilde egosantrik bulduğum için bir türlü sevemediğim 6.45 Yayınları bu sefer hatasız bir iş koymuş ortaya. Eserin kapak tasarımı Erol Egemen'e (kim lan bu Erol Egemen?) ait, kitabın içerisinde yer alan çizimlerse Mehmet Kösemen imzası taşıyor -ki şahaneler. Karanlık bir kitap okumak isterseniz aradığınızı Baumhoff Patlayıcısı'nda bulabilir, eseri Kaan Çaydamlı'nın sesinden dinlemek isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Baumhoff Patlayıcısı, William Hope Hodgson - Altıkırkbeş Yayınları, 48 s.

Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı - Ferit Edgü

Tanrı herkesi kör,topal,kambur yapmadığı gibi,şair ve yazar da yapmıyordu.
Her şeyden evvel, bir kitaba verilebilecek en güzel isimlerden birisine sahip Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı. Adeta bir şiir dizesi, hatta başlı başına bir şiir! Anlamlı, melodik ve eserin ruhunu tam anlamıyla özetleyen bir isim. Elbette kitabı muazzam kılan tek başına ismi değil; muhtevası da bir o kadar enfes. 

Ferit Edgü yalnızca meramını dile getirmek derdinde olan bir yazar değil; şimdiye kadar okuduklarımdan anladığım kadarıyla nasıl anlatacağına da oldukça kafa yoran bir isim. Edebiyatta deneyselliğe, farklı anlatım metotlarına, okur ile anlatıcı arasındaki ilişkiye, yazarın imgelemine ve okur üzerinde bırakacağı etkiye en az anlatacağı hikaye kadar değer veriyor. Dolayısıyla ortaya hem sıradan okuru tatmin edecek anlamlı bir öykü, hem de edebiyatın tekniğini merak eden okura hitap edecek bir metot çıkartarak, birden fazla misyonu aynı anda yerine getirmiş oluyor.

Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı üç kısımdan oluşuyor; birinci bölüm Çakır'ın Öyküsü, ikinci bölümse Su Testileri. Bu iki kısmın arasında yer alan Ara başlıklı bölüm ise hem iki metni birbirine bağlıyor, hem de hikayenin üst kurmaca boyutuyla tanıştırıyor okuru. İlk bölümde anlatıcı, çocukluğundan tanıdığı evin hizmetlisi/yardımcısı Çakır'ın hiç fotoğrafının olmadığını fark etmesi üzerine onun hikayesini fotobiyografik bir şekilde anlatma kararı alıyor. Fotoğrafsız fotobiyografide Çakır'ın yaşam öyküsünü var olmayan fotoğrafların betimlemeleriyle okuyoruz. Kah çalıştığı işlerin başında, kah çok sevdiği atlarla hayal edilen fotoğraflar Çakır'ın Fotobiyografik Öyküsü'nü oluşturuyor. İkinci bölümde ise Kıni ve Esat isimli iki yakın arkadaşın, adına çalıştıkları Fethi Baba isimli mafya babası ve Esat'ın aşık olduğu Kıni'nin kız kardeşi Zehra ekseninde ilerleyen öyküsü anlatılıyor. Bu bölümde hikayenin akıcılığı bir yana, farklı karakterlerin ağzından ve yer yer tamamlanmamış cümleler aracılığıyla okurun hayal gücüne bırakılan anlatım ayrı bir keyif katıyor okuma deneyimine. 

Uzatmaya mahal yok; yüz on sayfalık bu kısacık kitaba dünyaları sığdırmış Ferit Edgü. Eseri okumuş olanlar için özellikle tavsiye edeceğim Hülya Soyşekerci imzalı şu inceleme yazısı eser hakkında daha fazla fikir sahibi olmanızı, Mutlu Deveci imzalı şu Edgü söyleşisi de yazarı daha iyi tanımanızı sağlayacaktır. Son olarak; kapak tasarımında kullandıkları Fikret Mualla ile kitabı bir kat daha güzelleştiren Sel Yayıncılık'a da teşekkürlerimi sunmak isterim.

Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı, Ferit Edgü - Sel Yayıncılık, 110 s.

Bir Dinozorun Gezileri - Mina Urgan

Bunca felaket, bunca zulüm, bunca haksızlıkla dolu bir dünyada köpekler gibi mutsuz olmanın kolaylığını bildiğim için, mutsuzluklarıyla övünenlere fena halde bozulurum. Mutsuz olmak bir marifet değildir. Çektiğin acıları gözler önüne sermek, büyük kişisel mutlulukların peşinden koşmak ayıbından vazgeçip, küçük mutluluklara sığınmak, onlarla yetinmektir asıl marifet.
Hayatımda, kendimi bildiğim yaşlarımın hayatta oldukları zamana denk gelmediği için üzüldüğüm iki insan vardı; birisi Adile Naşit, diğeri ise Aziz Nesin. Zaman zaman "Ne vardı biraz daha erken doğsaydım? Ya da daha iyisi; ne vardı biraz daha geç ayrılsalardı aramızdan?" diye düşünürüm. Bu iki ismi canlı görmek, sohbet imkanı bulmak, hatta sadece yaşadıklarını bilmek bile mutluluk verici olurdu benim için; günümüz hakkında düşüncelerini, fikirlerini, yaşamlarını ve camialarındaki duruşlarını gözlemlemek isterdim. 

Bu listeye yeni bir isim daha eklendi: İlk olarak Bir Dinozorun Anıları ile tanıştığım, ardından Thomas More'un Utopia çevirisi ve incelemesiyle daha da vurulduğum, Bir Dinozorun Gezileri'nden sonra ise, tıpkı kendisinin Shakespeare'e seslendiği gibi, bundan böyle sevgilim olarak anacağım Mina Urgan

Henüz bu şerefe nail olmamış olanlar için tanıştırayım; sevgilim Mina Urgan aslen İngiliz edebiyatı profesörü. Aynı zamanda yazar, çevirmen ve filolog. William Golding, Balzac, Aldous Huxley gibi isimlerin eserlerini dilimize kazandırmasının yanı sıra beş ciltlik İngiliz Edebiyatı Tarihi'nin de yazarı. Ayrıca Virginia Woolf ve D.H. Lawrence başlıklarıyla yayımlanan iki önemli inceleme kitabı mevcut. Ancak büyük çoğunluk kendisini, benim gibi, yukarıda bahsi geçen anı ve gezi kitaplarıyla tanıdı. 

Bir Dinozorun Gezileri'ne Urgan, bir önceki kitabı Bir Dinozorun Anıları'nın çok satanlar listesine girmesine, toplumun damarına basacağını düşündüğü söylemlere rağmen kitabın ne kadar çok sevildiğine şaşırdığını söyleyerek başlıyor -ki eser Mart 2013'de 78. baskısını yaptı. Ardından başlıyor anlatmaya; küçük mutluluklardan çıkıyor yola, deniz tutkusuna geliyor. Oradan tutuyor okurun elini Bodrum'a, Anadolu'ya, Avrupa'ya, Rusya'ya, Amerika'ya götürüyor. Elbette kaleme aldıkları sade birer gezi yazısı değil; duruşuyla, dünya görüşüyle ve değerlendirmeleri ile dolu dolu bir hayat öyküsü anlatıyor.  

Kitabın okuru can evinden yakalayan özelliği, sevgilim Urgan'ın samimiyeti. Sözünü hiç sakınmayan ancak kırıcılıktan imtina eden tatlı sert üslubu ve sık sık kendisine getirdiği eleştirileriyle okuru adeta bir muhabbet ortamında hissettiriyor. Anlattıkları "hangi ülkede nereye gidilir, ne yenilir"den ziyade, gezilerinden yola çıkan hayata dair deneyimler ve görüşler.  Dolayısıyla tıpkı Bir Dinozorun Anıları gibi, bu kitap da yaşamak üzerine bir güzelleme niteliğine sahip. 

Sevgilim Mina Urgan'la tanışmadıysanız, bu sevimli "dinozorun" önce anılarını, ardından gezilerini mutlaka okumalısınız; siz de en az benim kadar seveceksiniz kendisini. 

Bir Dinozorun Gezileri - Mina Urgan, Yapı Kredi Yayınları, 282 s.