Bizden başka canavar yok belki de...
Sevgili Gölgeliyol ile okullarımızın açılmasıyla beraber yoğun bir tempoya girmemiz sebebiyle bir süre ara vereceğimiz ortak okumalarımızın sonuncusu William Golding'in kült eseri Sineklerin Tanrısı oldu.
Bir söylentiye göre önceleri yirmiye yakın yayınevi tarafından reddedilen ancak sonrasında 1954 yılında yayımlanan ve büyük ses getiren bir distopya Sineklerin Tanrısı. Öyle sanıyorum ki bir yerlerden duymuşsunuzdur ancak bilmeyenler için konusuna değinmek gerekirse; gelecekteki atom savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindirildikleri uçak saldırıya uğradığı için ıssız bir adaya düşen, başlarında hiçbir yetişkinin bulunmadığı, yaşları 6 ile 12 arasında değişen bir grup İngiliz çocuğun öyküsü anlatılıyor kitapta. Ancak bu, buzdağının görünen kısmı.
Temel olarak kitabın ana kurgusu bunun üzerine kurulmuş olsa da, alegorinin en yetkin örneklerinden biri haline gelecek kadar simgelerle dolu bir kitap esasında: İyiyle kötünün, medeniyetle vahşiliğin, masumiyetle barbarlığın çatışmasını ele almış; insanoğlunun varoluşsal niteliklerinin kritiğini yapmış Golding.
Kitabın sonunda, çeviriyi de yapan Mina Urgan imzalı bir Sonsöz mevcut (okuduğum bir kitabın hemen ardından o kitap hakkında edebi bir eleştiri okumak gerçekten çok hoşuma gidiyor, bu hususta Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'na müteşekkirim) ki orada tüm bu simgesel anlatımın izahatını, oldukça açıklayıcı bir şekilde yapmış kendisi.
Sineklerin Tanrısı kesinlikle tedirgin edici bir kitap; öyle ki sık sık elimden bırakıp, okumaya ara verme ihtiyacı duydum. Okuduklarından öyle pek de kolay etkilenen biri olmamama rağmen zaman zaman oldukça gerildim. Belirtmem gerekir ki, William Golding böylesi başarılı bir etkiyi aşırı detaylı şiddet sahneleri veya biraz sonra ne olacağını merak ettirme yoluyla değil, yarattığı atmosfer vasıtasıyla başarmış. Kimi yerlerde işler çığırından çıksa da, bana çoğu zaman şiddet unsurları bir nebze yumuşatılmaya çalışılmış gibi bile geldi...
Kitaba dair hoşuma gitmeyen unsurlardan birisi; yazarın betimlemelerde kullandığı dil oldu. Bazı zorlama tasvirler, hele bir de devrik cümlelerle bir araya geldiğinde, oldukça zorlu bir okuma deneyimi sunuyor. Kurgunun en heyecanlı yerlerinden birinde, karakterin üzerine düşen "atmosfere hayali bir hava katan, ağaçların koyu yeşil yapraklarından meydana gelen damın arasından yağmur gibi damla damla parlayan altın sarısı gün ışığı" minvalinden tasvirler okumak hem akıcılığı öldüren, hem de okuru yoran bir unsur olmuş. Çeviri hususunda ise "yarda" gibi metrik olmayan ölçü birimleri ile "cengel" gibi dilimize geçişi eskide kalmış kimi kelimeler başlarda biraz garip gelse de, alıştıktan sonra bir problem olmaktan çıkıyor.
Sürpriz bozmadan kitaba dair söyleyebileceklerim bu kadar; distopya türünün ideal örneklerinden olan klasikleşmiş bu kitap, mutlaka her edebiyat severin okuması gerekenler arasında.
Sevgili Tankut, "Otamatik Portakal" ve "Sineklerin Tanrısı" geçtiğimiz aylar Ankara'da gerçekleştirilen kitap fuarında aldığım eserlerden.
ReplyDeleteBloğunuzdan hatırladığım kadarıyla sizle aynı zamanlarda almıştık. Siz benden hızlı çıkıp, benden önce okudunuz:))Yine açıklayıcı bir değerlendirme yapmışsınız. Çok teşekkür ederim. Umarım yarı yılınız hiç sorunsuz geçer. Sevgilerimle
Evet, aynen söylediğiniz gibi, biraz öncelikli oldu iki kitap da; zaten bu aralar bir distopya merakım vardı, bu iki kültü okumuş olmaktan memnunum =)Beğenmenize sevindim, temenniniz için de teşekkür ederim. Sevgiler benden...
DeleteElimde mevcut olan bu kitabı senin yazını okuduktan sonra hemen okuma istediği doğdu.Okuyacağım bir sürü kitap var.Hangisinden başlasam diye şaşırıyorum.
ReplyDeleteGönlünden geçeni okumanı tavsiye ederim okuyacaklar biriktiğinde; genellikle doğru tercih oluyor çünkü... Umarım yorumum yalancı çıkmaz.
DeleteÇok beğendiğim kitaplardan biri Sineklerin Tanrısı. Aklımdan çıkmayan çok kare var, özellikle son sayfalar...
ReplyDeleteKitaplarda bir sonsöz olmasını ben de çok seviyorum. Dediğiniz gibi kitap biter bitmez yetkin bir eleştiri okumak çok güzel oluyor.
Kesinlikle! Hatta bu yüzden Berna Moran gibi isimlerin spesifik olarak yazdığı kitapları dahi okuma planlarım var, okuduğum kitaplar hakkında edebi kritikler duyabilmek adına...
DeleteSon zamanlarda tv deki bilgi yarışmalarının neredeyse tamamı bu kitapla ilgili sorular soruyor:) Ya da benim ki algıda seçicilik olabilir:) Ben de birkaç gün sonra okumayı düşünüyorum, elimdeki kitap biter bitmez. Süpriz bozmadan yazdığın için özellikle teşekkür ederim:) Çünkü yazılarını satır atlamadan okumak istiyorum:)
ReplyDeleteEvet evet, aynı durumdan Gölgeliyol da dem vurmuştu; tesadüf işte =) Distopya seviyorsun madem, okumanı tavsiye ederim ben de, naçizane. Yorumun için teşekkürler ayrıca, mutlu oldum.
DeleteŞu başlardaki uzun uzun betimleme kısımları beni de sıkmıştı ya. Ama özellikle yapmış yazar galiba.
ReplyDeleteOrtak okumaların arasını açmayalım. Elimizde ortak kitap kaldı mı ki? Araya sıkıştırırız ya bi şeycik olmaz. :)
Ya bak saçma şeylerle uğraşmaktan cevabını geciktirdim!
DeleteMuhtemelen, konusu bu derece bilinmediği vakitlerde optimist bir başlangıcın ardından işlerin çığırından çıktığını okumak daha etkileyici olacaktır diye öyle bir hava katmış olabilir.
Evet evet, çok uzatmamalı arayı; bildiğim kadarıyla bekleyen ortak kitabımız yok, bilahare istişare edelim biz o mevzuyu da =)
Ben de okumak istiyorum bu kitabı ama her niyetlendiğimde başka bir kitaba aklım kayıyor. Kitap hakkında hiç yorum okumamıştım bu yazı iyi oldu. Daha fazla geciktirmeyeceğim. :)
ReplyDeleteKimi kitapların başına gelir hep öyle şeyler; bazen de kimisi "Bu kadar geciktirmeseydim keşke" diye düşündürür =) Umarım size de aynısı olur, memnun kalırsınız okumuş olmaktan. İyi okumalar şimdiden!
DeleteKitap biter bitmez edebi bir eleştiri ile karşılaşmak beni de çok memnut etti :) Çok beğendiğim bir kitap, yeni okuma fırsatı buldum. http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2014/06/sineklerin-tanrs-william-golding.html
ReplyDelete