“Şarap içen biri asla yalan söyleyemez,” dedi Kul Rıza. “Sadece unutur, o kadar! Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini, hepsini unutur.”
Geçtiğimiz günlerde son kitabı Yedinci Gün ile yeniden gündeme gelen İhsan Oktay Anar'ın 2005'te yayımlanan dördüncü kitabı Amat, yazarın benim okuduğum üçüncü kitabı oldu. Daha önce Puslu Kıtalar Atlası ve Suskunlar'ı okumuştum.
Bu kitapla beraber Anar'ın tarzını formülize ettiği ve bu formülü benzer bir iskelet üzerine felsefeden müziğe, eski kültürlerden mitolojiye pek çok alanda çeşitlilik ekleyerek ve paralel ancak farklı temel konuları ele alarak oluşturduğu yönündeki kanaatimi netleştirmiş oldum. Bunun olumsuz bir yargı olarak algılanmasını istemem yalnız; her eserde özgün olmak ya da belirli bir tarza bağlanıp kalmamak ne yazar açısından kolay ne de -ben dahil- pek çok okur için illa beklenen bir etmen. Dolayısıyla alışıldık ancak keyifli bir kitap.
Amat, en basite indirgendiğinde bir yolculuk öyküsü olarak nitelendirilebilir; 17. yy'da İstanbul'dan hareket eden Amat isimli gemide geçen olayları anlatıyor. Elbette söylediğim gibi bu tanım ziyadesiyle basitleştirmek olacaktır eserin konusunu; kahramanımız Süleyman Reis'in ölümsüzlük arayışından, Kaptan Diyavol Paşa'nın gizemli dünyasına, geminin mürettebatını oluşturan çok sayıda yan karakterin hikaye ve maceralarına şahit oluyoruz.
Amat'ın felsefi altyapısını oluşturan zamanın döngüselliği hem konunun karmaşık ve bulanık yapısından hem de hikayede çok da fazla izah edilmemesi sebebiyle bana oldukça zayıf geldi. Aynı şekilde ele alınan ölüm ve ölümsüzlük üzerine de tatminkar bir üslup bulamadım maalesef. Hikayenin sonunda sunulan farklı izahatlar çözümün oldukça aceleye getirildiği hissi yaratıyor ve bilinçli ya da bilinçsiz açık bırakılmış son bu izlenimi kuvvetlendiriyor. Okuduğum yorumların çoğunda da pek çok okurun kafasının karıştığını gördüm. Bu durumda olanlar için Ertan Örgen imzalı "Amat'ta Yapı ve Simgeler" başlıklı çalışmayı öneririm.
Tabi ki bir Anar kitabından söz ederken diline değinmemek neredeyse imkansız; yine eski kelimeler, yine masalsı üslup... Ancak bu sefer kelimelere fazla takılmamak gerektiğini, karine ile anlaşılabileceğini söyleyemiyorum: Tüm öykü boyunca o kadar çok eski denizcilik terimi kullanılıyor ki, denizcilik okumama rağmen ben bile kimi yerlerde hiçbir şey anlamadım. Vuku bulan kimi olayları gözümde canlandırmam imkansız hale geldiğinde eserden kopmam işten bile değildi elbette. (Okuyacak olanların da bu dertten muzdarip olmaması için Amat'a da bir sözlük hazırladım; böyle buyrun.) Diğer iki kitapta bu eski kelime meselesi bende rahatsızlık bir yana, keyif bile uyandırmış, hoşuma gitmişti ancak Amat'taki yoğun terminoloji ister istemez yazarın Osmanlıca denizcilik terimi çalıştığını gözümüze soktuğu hissi yarattı. Bu noktada İletişim Yayınları'nın da hangi sebeple dipnot kullanarak veya sözlük sunarak okura kolaylık sağlamadığını anlamak güç gerçekten. Özellikle Amat için böylesi bir çalışmanın ziyadesiyle gerekli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu kadar yergiye rağmen beğenmediğimi söyleyemiyorum işin garibi; İhsan Oktay Anar yarattığı dünyalarla öyle bir tılsım oluşturuyor ki kendinizi Amat'ta bir mürettebat ya da savaşta bir yeniçeri gibi hissediyorsunuz. Okuru hikayenin içine çekme konusunda gösterilen başarı tüm olumsuz yargıları da yok saydıracak boyutlara ulaşmış.
Uzun lafın kısası Amat, Anar külliyatını sevenlerin okumasını, yeni başlayacak olanlarınsa ilk kitap olarak seçmemesini tavsiye edeceğim bir kitap.
Amat - İhsan Oktay Anar, İletişim Yayınları - 235s
Bu kitapla beraber Anar'ın tarzını formülize ettiği ve bu formülü benzer bir iskelet üzerine felsefeden müziğe, eski kültürlerden mitolojiye pek çok alanda çeşitlilik ekleyerek ve paralel ancak farklı temel konuları ele alarak oluşturduğu yönündeki kanaatimi netleştirmiş oldum. Bunun olumsuz bir yargı olarak algılanmasını istemem yalnız; her eserde özgün olmak ya da belirli bir tarza bağlanıp kalmamak ne yazar açısından kolay ne de -ben dahil- pek çok okur için illa beklenen bir etmen. Dolayısıyla alışıldık ancak keyifli bir kitap.
Amat, en basite indirgendiğinde bir yolculuk öyküsü olarak nitelendirilebilir; 17. yy'da İstanbul'dan hareket eden Amat isimli gemide geçen olayları anlatıyor. Elbette söylediğim gibi bu tanım ziyadesiyle basitleştirmek olacaktır eserin konusunu; kahramanımız Süleyman Reis'in ölümsüzlük arayışından, Kaptan Diyavol Paşa'nın gizemli dünyasına, geminin mürettebatını oluşturan çok sayıda yan karakterin hikaye ve maceralarına şahit oluyoruz.
Amat'ın felsefi altyapısını oluşturan zamanın döngüselliği hem konunun karmaşık ve bulanık yapısından hem de hikayede çok da fazla izah edilmemesi sebebiyle bana oldukça zayıf geldi. Aynı şekilde ele alınan ölüm ve ölümsüzlük üzerine de tatminkar bir üslup bulamadım maalesef. Hikayenin sonunda sunulan farklı izahatlar çözümün oldukça aceleye getirildiği hissi yaratıyor ve bilinçli ya da bilinçsiz açık bırakılmış son bu izlenimi kuvvetlendiriyor. Okuduğum yorumların çoğunda da pek çok okurun kafasının karıştığını gördüm. Bu durumda olanlar için Ertan Örgen imzalı "Amat'ta Yapı ve Simgeler" başlıklı çalışmayı öneririm.
Tabi ki bir Anar kitabından söz ederken diline değinmemek neredeyse imkansız; yine eski kelimeler, yine masalsı üslup... Ancak bu sefer kelimelere fazla takılmamak gerektiğini, karine ile anlaşılabileceğini söyleyemiyorum: Tüm öykü boyunca o kadar çok eski denizcilik terimi kullanılıyor ki, denizcilik okumama rağmen ben bile kimi yerlerde hiçbir şey anlamadım. Vuku bulan kimi olayları gözümde canlandırmam imkansız hale geldiğinde eserden kopmam işten bile değildi elbette. (Okuyacak olanların da bu dertten muzdarip olmaması için Amat'a da bir sözlük hazırladım; böyle buyrun.) Diğer iki kitapta bu eski kelime meselesi bende rahatsızlık bir yana, keyif bile uyandırmış, hoşuma gitmişti ancak Amat'taki yoğun terminoloji ister istemez yazarın Osmanlıca denizcilik terimi çalıştığını gözümüze soktuğu hissi yarattı. Bu noktada İletişim Yayınları'nın da hangi sebeple dipnot kullanarak veya sözlük sunarak okura kolaylık sağlamadığını anlamak güç gerçekten. Özellikle Amat için böylesi bir çalışmanın ziyadesiyle gerekli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu kadar yergiye rağmen beğenmediğimi söyleyemiyorum işin garibi; İhsan Oktay Anar yarattığı dünyalarla öyle bir tılsım oluşturuyor ki kendinizi Amat'ta bir mürettebat ya da savaşta bir yeniçeri gibi hissediyorsunuz. Okuru hikayenin içine çekme konusunda gösterilen başarı tüm olumsuz yargıları da yok saydıracak boyutlara ulaşmış.
Uzun lafın kısası Amat, Anar külliyatını sevenlerin okumasını, yeni başlayacak olanlarınsa ilk kitap olarak seçmemesini tavsiye edeceğim bir kitap.
Amat - İhsan Oktay Anar, İletişim Yayınları - 235s
ıhsan oktay anar i çok seven bi okur olmama rağmen bu kitabı okumaya korkuyorum! Çok fazla denizcilik terimi varmiş ve işkence sahnelerini çok uzatmış falan... Doğru müdür acaba? Şu işkence olayı? :)
ReplyDeleteSiz söyleyene kadar farkında bile değildim açıkçası; sonradan hatırladım bir-iki hafif rahatsız edici tasvir olabileceğini ama kesinlikle "çok uzatmış" diyemem. Hatta söylediğim gibi dikkatimi bile çekmemişlerdi, o yönden endişeniz olmasın bence.
DeleteTerimler konusunda da; hazırladığım sözlüğün çıktısını alarak okursanız rahat edersiniz diye düşünüyorum, o yönden de endişeniz olmasın yani =)
:) Evet sözlükleriniz çok güzel, Saatlaeri Ayarlama Enst. de yaralanmaya karar vermiştim zaten, Amat için de teşekkürler :)
Deleteişkencelre konusunda da içimi rahatlattınız:)
İHSAN OKTAYN ANAR öyle masalsı bir dünya oluşturuyor ki romanlarında, onun büyüsüne kapılmamak elde değil... suskunlar yazarın bence en iyi kitabı.. yedinci günü yeni bitirdim.. suskunların damağımda bıraktığı tadı sanırım kolay kolay hiç bir kitapta bulamayacağım galiba.. yine de Amat okumaya değer...
ReplyDeleteTeşekkür ederim.
DeleteFarkında mısın bu tarz kitaplar hakkında yazarken yazındaki dil de eskiyor. :) Haha! Bence iyi olmuş terimler filan. Kesinlikle senin işine yarayacağını düşünüyorum, şimdi olmasa bile ileride. Sözlüğünden, kitabı okumayacağım için faydalanamayacağım. Yine de eline sağlık. Umarım okumayı düşünenler faydalanır da verdiğin emeğe değer.
ReplyDeleteAnar hakkındaki düşüncelerimi hemen hemen biliyorsun zaten. Bu faslı geçiyorum. :)
Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde fark etmiştim ben de, bir süre sonra alışıyor demek ki insan =) Zaten severim de eski kelimeleri, eğlenceli oluyor bir yerde benim için. Hiçbir işime yaramasa bile böyle bakabilirim yani en azından =)
DeleteLatife Tekin bir, İhsan Oktay iki zaten; okutacağım bunları sana =P Şaka bir yana keyifli kitaplar sahiden, Puslu Kıtalar Atlası veya Suskunlar'ı tekrar tavsiye ediyorum ama yani olmazsa olmaz mı dersen, değil derim =)
İhsan Oktay'Puslu Kıtalar Atlası'nı okudum. Yazarın dilini ve kurgularını sevdim ama şunu itiraf etmeliyim ki sizin yazmış olduğunuz bu yorumu da çok sevdim. Sizin kaleminizde çok güzel. Bol bol kitap okuyunuz...Okuyunuz ki blogunuzda güzel yorumlarınızı bizlerde okuyalım.
ReplyDeleteÇok teşekkür ederim, çok naziksiniz. Mutlu ettiniz beni yorumunuzla, size de bol kitaplı günler dilerim =)
Delete