Buradaki yazıda da belirttiğim gibi Amat, her İhsan Oktay Anar kitabı gibi pek çok eski kelime içeriyor ancak bu sefer muhteviyata denizcilik terimleri de eklendiği için kimi zaman kelimelerin anlamlarını bilmeden cümleleri anlamak gerçekten imkansız bir hal alıyor.
Yazarın kendi üslubu, kendi seçimi -ki eserlerine masalsı bir atmosfer ve şiirsellik katması açısından da oldukça keyifli- olabilir ancak bu noktada yayın evinin okura kolaylık sunması gerektiği konusundaki görüşümü tekrar vurgulamak isterim. Bilinmeyen kelimeler özellikle Amat'ta, okuduğum diğer Anar kitaplarına kıyasla çok daha zorlu bir süreç yaratıyor, terim çokluğu cümlenin gelişinden anlam çıkartmayı olanaksız hale getiriyor.
Dolayısıyla sözlük çalışmalarım arasında en işlevsel olanı -şimdilik- bu olacak sanıyorum ki. Kelimelerin anlamlarını çoğunlukla TDK, ekşisözlük ve amat.blogcu adreslerinden buldum. Uzun uğraş ve çabalarıma rağmen bulamadığım kelimeler de oldu maalesef.
Faydalı olması temennisiyle, "Amat Sözlüğü"ne ulaşmak isteyenleri yazının devamına alalım:
Aborda: Bir deniz
teknesinin başka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rıhtıma yanını vererek
yanaşması.
Açevela: Serenlerin
aşırılabildiği kadar prasya edilmesi. Bir yere asılan veya çekilen veya su
üzerinde yüzdürülerek getirilen herhangi bir cismin bir yere çarpmaması veya
kendine yakın bir cisimle çarpışmaması için yapılan bir donanım.
Afyon ruhu: Yatıştırıcı
olarak kullanılan afyon tentürü.
Ahar: Hattatların
kâğıt cilalamak için kullandıkları nişasta ve yumurta akından yapılan özel bir
karışım.
Ahuvah: Ah vah
Akbaldırotu: Zambakgiller
(Liliaceae) familyasından, beyaz çiçekli, soğanlı, 80 cm kadar boylanabilen
otsu bir bitki. Tükrük otu.
Alabanda: Deniz
teknelerinin iç yanları, borda karşıtı.
Alabora: 1.Geminin
yan yatması. 2.Bir serenin yatay durumdan düşey duruma getirilmesi. 3.Selamlamak
için filika küreklerinin yukarıya kaldırılması. 4.Balığı toplamak için dalyan
ağının yukarıya alınması.
Alarga: 1.Açık
deniz, engin. 2.Uzaktan, açıktan 3.“Açıktan geç, yaklaşma” anlamında kullanılan
bir seslenme sözü.
Alesta: Harekete
hazır, tetikte
Almanak: Gökbilim
yıllığı; Önemli gökcisimlerinin yer, uzaklık, parlaklık vb. değerlerini bir yıl
boyunca, her gün için veren kitap.
Apaz seyri: (yelkenli
ile) Rüzgârın geliş yönüne 90 derece ile yapılan seyir
Ariva: Yelkenlilerde
gabyaların direklerine çıkmak için verilen komut.
Arkebüz: XV.
yüzyılda Fransa'da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silah
Arma: Geminin yürümesine
hizmet eden direk, ip, seren, halat ve yelken takımı.
Armadora: (Armadura)
Gemide direklere takılı halatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan
delikli ve çubuklu levha.
Avara: 1.Üzerinde
döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma. 2.Kıyıya
dayanılarak sandalın açılması için kürekçilere verilen komut. 3.Bir geminin
başka bir gemiden veya kıyıdan açılması.
Ay menzilleri: Ayın
dünya etrafındaki yörüngesinde aynı noktaya tekrar gelmesi için geçen zaman.
Aylakçı: Temelli
işi olmayan işçi.
Ayyuka çıkmak: 1.Ses
- yükselmek 2.Dedikodu - herkesçe duyulmak, yayılmak
Azap: 1.Anadolu'nun
birçok bölgesinde çiftlik uşağı. 2.Yeniçeriler zamanında gerektikçe
sancaklardaki gençlerden toplanıp ordu ve donanmaya katılan asker
Babafingo direği: Yelkenli
gemilerde direklerin ve gabyanın üstünde bulunan en yüksek bölüm
Badarna etmek: Denizcilikte,
bir halatın aşınmaması için üstünün halat veya koruyucu bir malzeme ile
sarılması.
Balçak: 1.Kabza.
2.Kabzanın demir siperi.
Balyemez topu: Eskiden
kullanılmış olan uzun menzilli bir çeşit top.
Banlamak: 1.Horoz
ötmek. 2.Bağırmak.
Barata: 1.Bilim
doktorları ile kardinallerin giydikleri dört köşe külah veya başlık. 2.Osmanlı
sarayında genellikle bostancıların, baltacı ve kapıcıların giydikleri, kırmızı
çuhadan yapılmış, ucu kıvrık, uzunca başlık.
Baş kıç vurmak: Baştan
gelen dalgalarla gemi, başı ve kıçı üzerinde inip kalkmak.
Başeski: 1.En
kıdemli kimse. 2.Yeniçeri bölüklerinin en kıdemsiz subayı ve erlerinin en
kıdemlisi.
Baştarde: Kadırga
türünden bir savaş gemisi.
Binbirdelik otu: Adi
kuzukıran, sarı kantaron.
Bodoslama: Gemi
omurgasının baş tarafından yukarıya uzanan ağaç veya demir direklerden her biri.
Bonevantur direği: Büyük
tekneler için dördüncü direk (?)
Borda: Geminin
veya kayığın yanı, alabanda karşıtı.
Borda çalımı: Bir
tekne güvertesinin orta kısımdan başa ve kıça doğru yaptığı yukarı eğim.
Brago halatları: Savaş
teknesinde topu bordoya bağlayan halat.
Brik: İki
direkli, seren yelkenli, birkaç top taşıyan gemi.
Broş atmak: Bir yelkenli
teknenin, rüzgâr tam arkadan veya kıç omuzluktan gelirken, rüzgâra doğru dönme
isteği.
Bucurgat: Yelken
ipi manivelası, vinç; yelken ipini manivelayla çekme işlemi
Bukağı: 1.Ağır
cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka 2.Kaçmaması
için hayvanların ayağına takılan zincir, demir köstek.
Bumbarta: (Bombarda)
İki direkli bir savaş gemisi türü.
Barba: İhtiyar
Rum meyhanecisi
Börk: Genellikle
hayvan postundan yapılan başlık
Burgu: Örtü
Buselik: Klasik
Türk müziğinde on üç basit makamdan biri.
Cahim: 1.Çok sıcak yer. 2.7 katı
olan cehennemin, azabı bakımından 2. şiddetli tabakası.
Camadan vurmak: Şiddetli
rüzgarlı, fırtınalı havalarda yelkeni uçlarına camadan düğümü atarak küçültmek.
Canfes: 1.Üzerinde
desen bulunmayan, ince dokunmuş, parlak, tok, ipekli kumaş.
Cebeci: Yeniçeri
ordusunda silah yapan, onaran ve bakımı ile görevli bulunan, savaşta ordunun
silah ve cephanesini ulaştıran yaya kapıkulu ocaklarından bir sınıf asker.
Cırgana: Balık
ağı gibi örgü
Cıvadra: Geminin
baş tarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk.
Cinsi latif: 1.Kadın.
2.Güzel, alımlı, hoşa giden kadın.
Cürüm: 1.Suç
2.Yanlışlık, kusur veya hata
Çakşır: 1.Paça
bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvar
Çanaklık: Gemi
direklerindeki gözetleme yeri.
Çargah: 1.Türk müziğinde
“do” perdesinin adı. 2.Bu perdede karar kılan makam.
Çarmık: Yelkenli
kayık direklerinin çevresinde bulunan ip veya teller,
Çayırmelikesi: Gülgillerden,
beyaz veya pembe çiçekli, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen bir
ağaççık, erkeçsakalı, keçi sakalı
Çekeleve: Kıç
tarafı yüksek hızlı giden yelkenli.
Çektiri: Yelkenleri
olmakla birlikte kürekle de yol alan eski zaman gemisi, çektirme
Çıfıt otu: Sedefotugiller
familyasından, çayırlarda yetişen, küçük çiçekli bir bitki, kokarsedefotu
Çiroz: 1.Yumurtasını
atarak zayıflamış uskumru balığı. 2.Bu balığın kurutulmuşu. 3.Çok zayıf
(kimse).
Çopur: Yüzü çiçek
hastalığından kalma küçük yara izleri taşıyan, aşırı çiçek bozuğu olan (kimse)
Çuha: Tüysüz,
ince, sık dokunmuş yün kumaş
Daltaban: 1.Yalın
ayak (kimse). 2.mec. Aşağılık, serseri.
Debdebe: Görkem
Deberan: Sevr
burcu
Def-i bela: Başa
gelen belayı savma.
Defter-i kebir: Büyük
defter.
Demir bakire: Suçluları
idam etmek için kullanılan, demirden ve içine bir insanın sığabileceğin
büyüklükte yapılmış, kapağında sivri çiviler bulunan bir çeşit kutu.
Demir taramak: Gemi,
rüzgâr veya akıntı yüzünden çıpasını sürümek.
Destar: 1.Sarık.
2.Örtü.
Destemora: Direğin
ucuna takılan, içinden bu direğin üstüne basılan ikinci bir direk veya çubuğun
geçirildiği tahta parça.
Deyus: (Deyyus) Karısının
veya kendisine çok yakın bir kadının iffetsizliğine göz yuman (kimse).
Dıraverç: (Tıraverse
yapmak) geminin bir limana girmeden liman önünde ve seyir halinde bulunması. Limanın
girişe kapalı bulunması veya kotu hava koşulları sahile doğru gitmeye elverişli
olmadığı hallerde gemilerin demirlemeden açıkta seyir etmesi durumu.
Dilharap: (Dil
harab) Gönlü yıkılmış
Dimağ: 1.Beyin 2.Bilinç,
zihin
Dirise etmek: Bir
taraftan bir tarafa dönme, rüzgarın yön değiştirmesi
Dişbudak: Zeytingillerden,
kerestesi sert ve değerli bir ağaç, demircik
Divit: Hokkadaki
mürekkebe batırılarak yazı yazmaya yarayan ve değişik uçları olan bir tür kalem
Dolama: Giysilerin
üstüne giyilen, önü açık bir tür üstlük
Dukalık: Bir
dukanın yönetiminde bulunan ülke
Dulaptalotu: Yüksek
yerlerde yetişen, meyveleri kırmızıya yakın, yaprakları açık yeşil olan güzel
kokulu bir ağaççık.
Eftamintokofti: Kuyruklu
yalan.
Emyal cetveli: Mil
(uzunluk birimi) cetveli.
Eskadron: Süvari
bölüğü
Eskiv: Yüze gelen
bir darbeye karşı yapılan, bel ve boyun bükerek savuşturma hareketi
Esmeril: Zımpara
Eyyam: Günler
Eza: Üzme,
sıkıntı verme, üzgü
Faça etmek: Serenleri
başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak.
Falya tavası: Topları
ateşlemek için ağız otunun konulduğu yer
Fanus feneri: Süslü,
ayaklı fener
Farekulağı: Scrophulariaceae
familyasına ait mavimsi, pembemsi, kırmızımsı veya beyazımsı taç yaprakları
bulunan bir veya çok yıllık su bitkileri.
Fehamet: 1.Büyüklük,
ululuk. 2.Değer.
Fersah: 1.Yaklaşık
5 kilometrelik bir uzaklık ölçüsü. 2.mec. Çok uzun mesafe, uzaklık.
Fırıldakçı: Düzen
çeviren, düzenci, dolap çeviren kimse
Fırkateyn: Üç
direkli, bir tür yelkenli savaş gemisi.
Fika yapmak: Elin
başparmağının şehadet parmağının iç kısmı ile orta parmağın dış kısmı arasına
yerleştirilip elin de yumruk gibi büzülmesi sonucu meydana gelen hareket, nah
çekmek.
Filador: Çarmıhların
gerilmesi için kullanılan sistem
Filuri: Frenk
guldeninin Türkçesi
Flandra: Genellikle
ince bezden yapılmış, uçkurluk bölümü dar, kurdele biçiminde bayrak.
Flok: Geminin
cıvadrasına çekilen üçgen yelken.
Foga maytabı: Barut
tipi bir maddeyle kaplı demir ateş çubuğu
Fora: 1.Yelken açtırma,
mayna karşıtı. 2.Yelkenleri açtırmak için verilen komut: Fora yelken!
Foravele: Sarılı
bulunan ve yağmurdan ıslanmış bulunan yelkenleri kurutmak maksadıyla açmak için
verilen komut
Forza: Köle
Füle: Adım
aralığı
Gabya: Ana direk
ile babafingo çubuğu arasındaki çubuk veya yelken
Gabyar: Yelkenli
gemilerde yelken, arma, seren ve bütün bunlara ait her tür işi yapan görevli,
gabyacı.
Gargaraya getirilmek:
1.Gürültüye, karışıklığa boğarak bir sözün veya bir işin etkisini azaltmak,
dağıtmak, dikkatten kaçırmak; 2.Kandırmak, aldatmak.
Garot: İdam
yerine, yavaş yavaş boğarak gerçekleştirilen ölüm cezası
Gayb: Beş duyuyla
algılanabilenin ötesinde olan
Gebergah olmak: Ölmek
Gerdaniye: Klasik
Türk müziğinde ince sol notasını andıran perde ve bir makam adı.
Gofer ağacı: Tevrat'a
göre Nuh’un gemisinin yapıldığı ağaç. Bir çeşit selvi ağacı ve Lübnan sediri
gibi tanıtımlar mevcut.
Gomar: Beşiklerin
üst kısmının bir ucundan öbür ucuna uzatılmış odun.
Gomina: Deniz
milinin onda birine tekabül eden ölçü birimi. (185.2 metre)
Grandi direği: Geminin
baştan ikinci direği.
Griva: Demirin
kullanımından önce, demiri griva babasına çekmek ve bağlamak için kullanılan
palanga
Güherçile: Tarımda
gübre, hekimlikte ilaç olarak kullanılan, barut vb. patlayıcı maddeler yapımına
yarayan, beyaz renkte ve ince billurlar durumunda birleşik bir madde, potasyum
nitrat, barutun hammaddesi
Gülbank: Hep bir
ağızdan ve makamla yapılan dua veya ant
Gündoğusu: Doğu
rüzgarı
Güveyfeneri: Patlıcangillerden,
kırmızı ve ekşimsi meyvesi idrar söktürücü olarak kullanılan, çok yıllık ve
otsu bir bitki, gelin otu
Hakir: Aşağı
görülen, değersiz
Hara: Atların
yetiştirildiği ve bakımlarının yapıldığı, hayvanların rahatça hareket
etmelerini sağlayan alanların bulunduğu tesis
Harbi: Ateşli
silahların içini temizlemekte kullanılan çubuk, harbe
Hassa: Özellik,
hasiyet
Haviye: Issız,
tenha yer, çöl.
Hayali: Gölge
oyunu ustası.
Haydarın kasası: 1.Denizin
dibinde yaşadığı düşünülen kötü ruhun Osmalıca ismi 2.Denizin dibi
Hayret-i mucip: Hayret
gerektiren
Heyula: Korkunç
hayal
Hıyarcık: Lenf
yumrularının ve özellikle kasık lenf yumrularının yangılanarak şişmesi, bubo.
Hilat: Kaftan
Hisa: Bir şeyi
yukarı kaldırmak anlamındaki denizcilik terimi
Hora tepmek: 1.Hora
oynamak: 2. Ayaklarını vurarak gürültü etmek.
Hub: Farsçada
güzel
Humbara: Demir
veya tunçtan dökülmüş, yuvarlak ve boş olan içine patlayıcı maddeler doldurulup
havan topu veya el ile atılan, yuvarlak bir tür bomba, kumbara
Hurç: 1.Genellikle
yelken bezinden veya meşinden yapılmış büyük heybe. 2.Çeşitli kumaşlardan
yapılan, içerisine battaniye, yorgan vb. eşya konulan özel çanta.
Hutame: Cehennemin
beşinci katı
Hülle: Medeni
Kanun'un kabulünden önce, kocasından üç kez boşanan kadının, yine eski
kocasıyla evlenebilmesi için yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi.
Hüseyni: . 1.
Klasik Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam. 2. Klasik Türk
müziğinde mi notası.
Irmık halatı: Yelken
gemilerinin kendilerini çektirmek için çekici filikaya verdikleri halat
Iskanca: Nöbet,
vardiya veya küreği değiştirmek.
Iskarmoz: 1.Gemilerin
kaburgalarını oluşturan eğri ağaçların adı. 2.Kürek takmak için kayık ve
sandalın yan kenarına dikine yerleştirilmiş ağaç çubuk.
Iskarpela: Tahta,
metal veya taşı işlemeye yarayan çelik araç.
Iskarta: 1.Bazı
iskambil oyunlarında kullanılması gerekmediğinden bir yana bırakılan kâğıtlar.
2.Herhangi bir nedenle değerini yitirmiş mal
Iskota: Büyük
yelkenleri yönetmek için kullanılan ip.
Istralya: 1.Gemide
direk ve çubukları baş tarafından yani burundan tutan halat. 2.Geminin
kaburgalarını birbirine bağlayan demir kuşak.
İğdiş: Erkeklik
bezleri çıkarılarak veya burularak erkeklik görevi yapamayacak duruma
getirilmiş (hayvan ve özellikle at).
İhya olmak: 1. Daha
iyi bir duruma gelmek 2.Mutluluğa kavuşmak 3.Bayındır duruma getirilmek.
İntibak etmek: 1.Uyum.
2.İki şeyin ölçülerinin birbirini tutması.
İsevi: Hristiyan.
İskandil: 1.Denizin
derinliğini ölçme. 2.Bu iş için kullanılan araç
İskandil salvosu: İskandil
kurşunlarının bağlandığı işaretli salvo
İskele alabanda: Dümeni
sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu.
İskele: Geminin
sol yanı.
İskota: Yelkenleri
açmak ve tutmak için alt köşelerine bağlanan halat, zincir ve palangadan oluşan
donanım
İstimna
etmek: Mastürbasyon.
İstinga
etmek: Yelkenleri toplamak.
İstinga: Yelkenleri toplamak için kullanılan halat.
İstisna
akitli/İstisna akdi: Bir bedel karşılığında belli bir eserin
yapılması taahhüdünü içeren sözleşme
İstralya: 1.Gemide direk ve çubukları baş tarafından
yani burundan tutan halat. 2.Geminin kaburgalarını birbirine bağlayan demir
kuşak.
İzinname: 1.Bırakma veya çıkarma kâğıdı. 2.Bir nikâhın
kıyılması için kadı tarafından verilen izin kâğıdı.
Kabzetmek:
Teslim
almak, ele almak
Kadem:
1.Ayak. 2.Uğur
Kadırga:
Hem yelken hem kürekle yol alan, özellikle Akdeniz'de
kullanılmış bir savaş gemisi
Kadırga:
Harmanın rüzgâr alan tarafına ekin demetleriyle
yapılan engel.
Kalafat
yapmak: Geminin kaplama tahtaları
arasını üstüpü ile doldurup ziftleyerek su geçirmez duruma getirme işi
Kalafatçı:
1.Gemi ve kayıklarda kalafatlama işini yapan
kimse. 2.Kalafat yapan veya satan kimse.
Kalyon:
Yelkenle ve kürekle yol alan savaş gemilerinin
en büyüğü.
Kampana:
1.Çan. 2.Tekerleğin dingil üzerindeki fren
mekanizması.
Kantarlı:
Çok ağır
Kanun-ı
Kadim: Osmanlı Devleti'nde önceden beri gelen kanunlara verilen
isim
Kaptanı
derya: 1.Osmanlı donanmasının komutanı 2.”Denizler kaptanı”
Kaput:
. 1.Asker
paltosu 2.Otomobil, kamyon vb. motorlu taşıtlarda motoru örten açılır kapanır
biçimdeki kapak. 3.Prezervatif.
Karabina:
Namlusu genellikle yivli, kısa ve hafif bir
tüfek
Karaka: Namlusu genellikle yivli, kısa ve hafif bir
tüfek
Karakullukçu:
İşçi, gündelikçi- Yeniçeri ocağı bölük ve
ortalarında odaları ve odaya gelen konukların ayakkabılarını temizlemek, yemek
kaplarını yıkamak ve benzeri işler görmekle yükümlü er.
Karavel:
Çift motorlu bir uçak türü.
Karayel: Kuzeybatıdan esen, genellikle soğuk, kimi kez
fırtına niteliğinde yerel rüzgâr.
Karayel:
Kuzey
Batı’dan esen rüzgâr
Kasavela:
Gemi
yelken ve tenteleri ile personele ait çamaşırların kurutulması için pruva
gönderi ile geri tarafındaki bir yere gerilen halat.
Kasavet: Üzüntü, tasa, kaygı, sıkıntı.
Kastanyola: 1.Bir çarkın dişlerine takılıp geriye doğru
dönmesini önleyen dil. 2.Akan gemi zincirini sıkarak durdurmak için kullanılan,
güverte locasının altına konmuş, hareketli demir kol.
Kavanço
etmek: 1.Yelkeni bir bordadan öbür
bordaya geçirme. 2.Değiştirme, aynı türden bir şeyin yerine bir başkasını
koyma. 3.Bir işi başka birine yükleme, başına sarma.
Kavela: Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya
ağaç kama.
Kaygusuz: Osmanlı zamanında esrara verilen ad
Kazan-ı
Şerif: Yeniçeri ocağına bağlı kişilerce kutsal sayılan, Hacı
Bektaşı Veli'nin içinden yemek yediğine ve yedirdiğine inanılan büyük ve
görkemli pişirme kabı.
Kebire
(gebre) otu: Sürekli yeşil kalan çalı
görünümünde bir bitki, kebere, kapari (Capparis).
Kemere:
Güvertenin
döşenebilmesi için posta uçlarını birleştiren enine (omurgaya dik) konan
kısımlar.
Kerime: Kız evlat
Kerkmek: Sapık amaçla birisinin arkasına değmek,
sürtünmek.
Kerte:
1.İşaret için yapılmış çentik veya iz, kerti.
2. Derece, radde
Kıç: Deniz teknelerinde art taraf
Kılağı: Taş üzerinde bilenen bir kesici aracın keskin
yüzüne yapışan ve aracın iyi kesebilmesi için, yağlanmış yumuşak taşla
kaldırılması gereken çok ince çelik parçaları, zağ.
Kırlangıç
(gemi türü): Osmanlı donanmasında yer
alan, karakol ve keşif işlerinde kullanılan, yelkenli ve kürekli küçük bir tür
savaş gemisi
Kırmızı
zırnık: Kırmızı arsenik
Kıyam
etmek: (kıyam) 1. İslam inancına göre, ölümden sonra
yeniden dirilip ayağa kalkma. 2.Namazda ayakta durma. 3.Ayağa kalkma, ayakta
durma. 4.Bir işe girişme, kalkışma, teşebbüs etme. 5.Ayaklanma, başkaldırma,
karşı gelme
Kitabül
İber: İbretler Kitabı – İbni Haldun (14. yy)
Kitre: Gevenden
çıkarılan bir tür zamk, kestere.
Kolomborne:
14.-15.
yüzyıllar arasında kullanılan bir tür uzun namlulu kaval top
Konç: Ayağa giyilen şeylerde ayak bileğinden baldıra
doğru olan bölüm
Köçek: 1.Kadın kılığına girip oynayan erkek
2.Ağırbaşlı davranışları olmayan kimse.
Kös: Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba
üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul.
Kuburluk: 1.Tabanca kılıfı. 2.Kuburun konduğu yer
Kukumav
kuşu: Aykuşgillerden, Avrupa, Asya
ve Kuzey Afrika'da yaşayan, kahverengi tüylerinin üzerinde beyaz benekleri
olan, başını 180 derece çevirebilen bir baykuş türü, kukumav
Kuzine: 1.Hem ısıtmaya hem de üzerinde veya içinde
yemek pişirmeye yarayan büyük mutfak sobası. 2.Gemilerde yemek pişirilen yer
Külah
giydirmek: Hile ile, oyunla aldatmak.
Külhan: Hamamları ısıtan, hamamın altında bulunan
kapalı ve geniş ocak, cehennemlik
Künder:
Gönder.
Küpeşte: Gemide güverte hizasında ıskarmoz bağlarına
tutturulan dikmelerin dış yüzlerine kaplanan kaplamaların oluşturduğu siper,
borda kaplamalarının en üstü, güverteden yukarı kalan bölüm, korkuluk, parapet
Küpleme: Karında su birikmesi sebebiyle oluşan,
şişmeyle beliren hastalık.
Küthüda:
(Kethüda)
Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım
işlerini gören kimse, kâhya.
Kütüklük: İçine şarjöre geçirilmiş tüfek fişeği konulan
ve palaska kayışına geçirilen kösele çanta, fişeklik.
Laşka:
(Laçka)
Gemi halatının gevşetilip boşa bırakılması.
Lava
etmek: 1.Bir filikayı ilerletmek; 2.Birini
çekiştirmek.
Lenger: 1.Yayvan ve kenarları geniş, büyük bakır kap 2.Bu kabın alabileceği miktarda olan
3.Gemi demiri.
Leza: Cehennemin
yedi kapısından biri
Livata: Oğlancılık.
Lombar: Gemi bordalarına, küpeştelerine açılan dörtgen
biçiminde delik.
Manivela:
1.
Bir ucunun bağlı bulunduğu bir nokta çevresinde dönen kol 2.Kaldıraç
Mantilya:
Serenleri
direk ve çubuklara asmak ve serenleri güverteye paralel tutmak için seren
cundalarından direğe alınan halatlar.
Mapa: 1.Ucu halkalı cıvata. 2.Gemi içini
aydınlatmaya yarayan, içinde zeytinyağı bulunan siperli fener.
Marinel:
Usta
denizci
Marsipet:
Serenlerin
cundalarından alınarak hamaylısına donatılan ve yelkenlerin sarılmaları
sırasında gabyerlerin ayaklarını bastıkları halatlar.
Masat: Bıçak bilemeye yarayan çelikten, çubuk
biçiminde araç
Mayıştıra:
(Mayıstıra)
Tek olarak kullanıldığında grandi ana direği üzerine açılan kare yelkeni ifade
eder. Bu yelkenin açıldığı serene de mayıstra sereni denir.
Mazgal: 1.Kale duvarlarında iç yanı geniş, dış yanı
dar delik. 2.Yağmur sularını kanalizasyon şebekesine çekmek için kullanılan
üzeri parmaklıklı demirle kapatılmış delik.
Meç: Süngü gibi yalnız batırılarak yaralamaya
yarayan, kısa, düz ve ensiz kılıç.
Meftun: Tutkun, gönül vermiş, vurgun
Merhale: 1.Derece, basamak, aşama, evre 2.Varılması istenen noktaya kadar
aşılması gereken yerlerin her biri, konak, menzil 3.Bir yolcunun sekiz saatte
gidebileceği mesafe.
Mıklep:
Ciltli kitapların sol cilt kapağında bulunan ve
okunmakta olan yeri belli eden, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça.
Mihenk
taşı: Altın, gümüş vb. madenlerin ayarını anlamak
için sürtüldükleri bir tür taş, mihenk, denek taşı.
Mil-i
bahri: Deniz mili
Miyama:
Kare
yelkenlerin serenine bağlanan miyama yakalarını sağlamlaştırmak için yelken
bezi üzerine dikilen ensiz bez.
Mizan: 1.Terazi. 2.Tartı, ölçü aleti. 3.Ölçü. 4. Sağlama. 5. Bir tüccarın, ticari durumunu, işinin
genel sonucunu gösteren, belirli zamanlarda yaptığı hesap özeti.
Mizana
direği: 3 direkli bir yelkenli gemide en kıçtaki direk
Morile
etmek: Babaya birkaç kere volta edilmiş halatın boşaltılması için
voltalarının teker teker işletilerek gevşetilmesi.
Muhayyer: 1.Beğenilmediğinde geri verilmek şartıyla
alınan (eşya vb.). 2.Türk müziğinde bir
makam.
Muhayyile: Hayal
gücü:
Mumcubaşı:
Osmanlı
İstanbul’unda geceleri sarhoş veya fenersiz gezen ahaliyi falakaya yatıran
düzen sağlayıcı
Muteber: 1.Saygın, itibarı olan, hatırı sayılır, sözü
geçer 2.İnanılır, güvenilir. 3.Değerli 4.Geçerli.
Muvazi: Paralel.
Mücef:
İçi
boş
Mürdesenk: Doğal
kurşun oksit (PbO).
Müsademe:
Bir
geminin diğer bir gemiye çarpması
Müsemma: Ad verilmiş, adı olan.
Mütebahhir: Geniş, derin bilgisi olan.
Müteveffa: Ölmüş, ölü (kimse).
Narh: Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel
ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her yerde geçerli olan
fiyat.
Necaset: 1.Pislik. 2.Dışkı, ters
Neft
yağı: Çoğunlukla boyacılıkta
kullanılan, petrol türevlerinden bir çeşit mineral yağ, neft yağı.
Neta: Muntazam,
düzgün, tertipli, emniyetli anlamlarında
Paçamora:
Denizcilerin
peksimet kırıklarını bir karavana içinde ıslattıktan sonra üzerine yağda
kavrulmuş soğan dökerek yaptıkları yemek.
Odabaşı: 1.Hanlarda çalışan uşakların başı 2.Yeniçeri kuruluşunda görevi alaylarda selam
törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay.
Omurga: 1.Sırt
boyunca uzanarak vücuda destek sağlayan, kemikten, kıkırdaktan veya her
ikisinden oluşan, içinde omuriliği barındıran kemik yapı. 2.Gemi kaburgasının
aşağı taraftan bağlı bulunduğu boy ekseni doğrultusunda boydan boya geçen ana
yapı ögesi 3.Bir şeyin varlığı ile ilgili en önemli bölümü, temel, belkemiği,
esas.
Omuzluk: 1.Apolet. 2.Gemilerde baş ve kıç bölümlerinin
her bir yanı. 3.Omza alınıp iki ucuna yük asılan kısa sırık, çiğindirik.
Orduyu
Hümayun: (Ordu-yi Hümayun) Osmanlı Ordusu
Ortalar: Yeniçeri Ocağında tabur
Örselemek: 1.Yıpratmak, eskitmek, hırpalamak, zedelemek 2.Gücünü azaltmak, canlılığını
gidermek, sarsmak
Paladaor
çakmak:
Palamar
vermek: 1.Gemileri iskele, rıhtım
veya şamandıraya bağlamaya yarayan kalın halat. 2.Trol ağlarında maçaları
kapılara, kapıları da kanatlara bağlayan üç burgata uzunluğundaki sentetik veya
bitkisel halat.(palamar)
Palanga: Bir halatla makaralardan oluşturulan, ağır
cisimleri kaldırmaya, sağa sola döndürmeye yarayan düzenek.
Palankete:
Birbirine
zincirle bağlı iki gülleden oluşan, eski deniz savaşlarında yelken direğini ve
bizzat yelkeni ortadan kaldırmak için tasarlanmış top güllesi.
Palaserte:
Ana
direklerle çarmıklar arasındaki açıyı büyültmek ve küpeşteleri serbest bırakmak
için direkler hizasında bordalardan dışarıya doğru uzatılmış ve bordalara
sağlamca bağlanmış ağaç kütükler.
Palavra
güvertesi: Eskiden harp gemilerinde topların bulunduğu güverte
Parakete:
Gemi
hızını ve aldığı yolun miktarını gösteren cihaz. Gemi teknesinden elle veya
sabit bir delikten sarkıtılan parakete, tekne altında akan suyun hızına bağlı
olarak çalışır.
Pasa
etmek: Denizcilikte zor hava şartlarındaki ya da tehlikedeki bir
tekneden, tekneyi hafifletmek için yük atılması anlamına gelir.
Pasaparola: Bir birliğe verilen ve ağızdan ağıza bütün
askerlere yayılan emir.
Payanda: Destek
Paye: 1.Rütbe
2.Derece, aşama
Payzen:
Hapsedilmiş
Perdahlamak: 1.Parlatmak. 2. Birini asılsız sözlerle kandırmaya
çalışmak. 3.Sövmek, küfretmek.
Pespaye: Alçak, soysuz, aşağılık
Pırasya:
(Prasya)
Yelkenleri rüzgarın estiği tarafa çevirebilmek için yelkenlerin açıldığı
serenlerin cundalarından (uçlarından) donatılan hareketli halatlar.
Donatıldıkları serenleri isimleri ile anılırlar.
Portollano:
(Portolon)
Bir limanın veya herhangi bir koyun büyük ölçekte yapılmış haritaları.
Posta: Üzerine kaplama tahtalarının
[veya saçların] bağlandığı ağaç veya maden eğriler [kaburga]
Pruva:
Geminin veya sandalın ön tarafı, baş bölümü
Pulatka:
Tayfalara
sezon başında verilen bir tür avans.
Puta: Yerine
koymak, donatmak (puta kürek)
Rahne:
Gedik
Rampa
etmek: 1.Taşıt bir yere, bir şeye
veya bir başka taşıta yanaşmak 2)Birinin
içki masasına çağrılmadığı hâlde oturmak.
Rampacı: . Deniz
savaşlarında, borda bordaya savaşıldığında karşı gemiden gelen saldırıları
önleyen veya düşman gemisine atlayıp savaşan er
Randa
yelkeni: Bir yelkenli geminin en geride bulunan yan yelkeni.
Raspa: 1.Demir, tahta yüzeylerdeki boya, pas vb.ni
çıkarma, pürüzleri gidermek amacıyla kullanılan iri dişli bir törpü. 2.Kunduracılıkta
köselenin yüzünü sıyırmaya ve perdahlamaya yarayan alet.
Rayiha: Koku, güzel koku
Redingot: Arkası yırtmaçlı, etekleri uzun, çift sıra
düğmeli, resmî erkek ceketi
Remil:
Kum
falı.(detaylı bilgi için bkz: remil falı)
Revnak: Parlaklık, göz alıcılık.
Risale: Kitapçık
Roda: Kullanılmamış,
açılmamış halat sargıları.
Rüzgar
üstü:
Orsa, boca karşıtı.
Sabık: Geçen, önceki, eski
Sacayağı: 1.Üzerine tencere, tava vb. koymaya yarayan,
ateş üzerine oturtulan, üç ayaklı çember veya üçgen biçiminde demir destek,
sacayak. 2.Her zaman dayanışma içinde olan kimseler, sacayak.
Safra:
Geminin
denize elverişli bir durumda bulunması için zorunlu koşullardan biri olan su
çekimi ve dengeyi sağlamak amacıyla gemiye alınan ve gerektiğinde yüksüz olarak
da yolculuk edebilmesine olanak sağlayan su, kum veya taş gibi fazla
ağırlıklar.
Sağaltmak: Sağlığa kavuşturmak, iyileştirmek, iyi etmek,
tedavi etmek.
Saki: İçkili toplantılarda içki dağıtan kimse.
Sallasırt etmek: Sırtına
almak, yüklenmek
Salta: Volta
edilmiş bir halata boş verilmesi için verilen komut.
Salta Etmek: Gergin
bir vaziyette bulunan bir halatı biraz kaçırmak
Salvo: Yaylım
ateşi
Salya: Kullanılacak
veya kullanıldıktan sonra artan halatların güverte üzerine sıra sıra uzunlamasına
yatırılması
Salya Etmek: Bir
şeyi bir taraftan bir tarafa aşırarak çekmek.(Zincir veya halatı uzunluğu
yönünde çekmek)
Sancak: 1.Bayrak,
liva. 2.Çoğunlukla askerî birliklere verilen yazı işlemeli, kenarları saçaklı
ve gönderli bayrak. 3.Gemilerin sağ yanı. 4.Osmanlı yönetim teşkilatında
illerle ilçeler arasında yer alan yönetim bölümü, mutasarrıflık.
Saraç: 1.Koşum ve
eyer takımları yapan veya satan kimse. 2.Koşum ve eyer takımlarını işleyen ve
süsleyen kimse. 3.Deri, muşamba vb.nden bavul, çanta yapan kimse.
Savatlanmak: Gümüş
üstüne kurşunla kara nakışlar işlenmek
Savlo: Sancak
çekmekte, işaret kaldırmakta kullanılan bir veya bir buçuk burgata ölçüsündeki
ince halat.
Segah: Klasik
Türk müziğinde si perdesi ve bu perdedeki makam.
Seğirdim: Top atıldığında
kundağın geri tepmesi.
Selam ağası: 1.Padişah
bir yere gittiği zaman yanında bulunan ve karşılamaya gelenleri onun adına
selâmlayan görevli. 2.Sadrazam ve vezirlerin yanında karşılama işlerini
düzenleyen görevli.
Selviçe: Yelkenli
bir gemi armasındaki hareketli halatlar.
Seraylakçı: Aylakçıların
başı
Serbaz: Yürekli,
yiğit, korkusuz (kimse).
Serdümen: 1.Dümen
kullanmakla görevli bilgili ve deneyimli tayfa. 2.Savaş gemilerinde çavuştan
yüksek bir aşamada bulunan er.
Seren: 1.Yelkenli
gemilerde üzerine dört köşe yelken açmak ve işaret kaldırmak için direğe yatay
olarak bağlanan gönder
Serpuş: Başlık
Sintine: Gemi
makine ve kazanlarının bulunduğu kısmın zeminin altında, genellikle ambar
güvertesinin altında kalan ve gemi içinden sızan sularla makine ve kazan
dairelerinden akan yağ yakıtların toplandığı en alt kısım.
Sorguç: 1.Bazı
kuşların tepelerinde bulunan uzunca tüy, tuğ 2.Padişahın ve vezirlerin
başlıklarına takılan tüy ya da püskül biçimindeki süs.
Sökün etmek: 1.Birdenbire
görünüp arkası kesilmeden gelmek 2.Çözülmek.
Sunturlu: 1.Yaman,
adamakıllı, dehşetli 2.Gösterişli, görkemli:
Süfli: 1.Aşağı,
aşağılık, bayağı, adi. 2.Kılıksız, pis kılıklı, hırpani.
Sünbüle: 1.
Başak. 2. Başak burcu. 3. Türk müziğinde bir makam.
Süreyye: Ülker
yıldızı
Şahi top: Zarbazan
denilen topun en büyük türü
Şalopa/Şalupa: Küçük
bir gemi gibi kullanılabilen büyük sandal.
Şarteyn: Hamel
yıldızı
Şeddeli eşek: Çok kaba ve yeteneksiz kimse.
Şevval ayı: Hicri
takvime göre ramazandan sonra gelen ay, bayram ayı.
Şeytantersi: 1.Maydanozgillerden,
Orta Asya'da ve Akdeniz ülkelerinde yetişen, kalın köklü, sarı çiçekli, pis
kokulu bitki, baldırgan 2.Bu bitkiden elde edilen ve hekimlikte kullanılan
reçineli zamk.
Tafsilat: 1.Ayrıntı.
2.Ayrıntılı açıklama
Tağşiş etmek: Karıştırmak
Tahkim etmek: Kuvvetlendirmek,
sağlamlaştırmak
Talak-ı selase: İslam
hukukunda erkeğin karısını üç kez boşamasıyla evliliğin kesin olarak sona
ermesi.
Talimar: Baş
bodoslamasından omurgaya kadar uzanan, cıvadra donanımına desteklik etmek amacıyla
konulan ekleme.
Tarazlanmak: 1.Kumaşın
üzeri tel tel ipliklerle kaplanmak, iplikleri kabarmak. 2.Saç dağınık, karışık
olmak, tel tel kabarmak. 3.Deri pütür pütür olmak. 4.Çatallaşmak:
Tavlon: Çok
güverteli gemilerde üsten itibaren aşağıya doğru beşinci güverteye verilen ad
Tavşan dudağı: Kalıtımsal
nedenlerle ortadan yarık olan üst dudak
Tebliğ etmek: Bildirmek
Tekmili birden: Tümü,
hepsi.
Teyakkuz: Uyanıklık.
Tezakir: Antolojinin
çoğulu; birden fazla yazar veya şairin eserlerinin bulunduğu eserler.
Tıraka: 1.
Geminin rüzgâr üstüne veya altına dönmesi için yelkenlerin bazısını gevşetme,
bazısını germe işlemi. 2. Makaraları birbirine kavuşan bir palangayı açıp
uzatma işi.
Tomar: Topun
içini silmekte kullanılan, ucu fırçalı çubuk.
Tonilate: (Tonilato)
Gemilerin alabileceği yükü belirtmekte kullanılan, bir tona eşit birim
Torlak: 1.Derviş.
2.Genç, toy. 3.Henüz evcilleşmemiş, alışmamış (hergele).
Trinketa yelkeni: Tirinket
sereni üzerine çekilen yelken.
Trinket: Pruva
direğinde en altta bulunan ana seren.
Ulufe: Osmanlılarda
kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda
bir verilen ücret.
Usturlab: Güneş
ve yıldızların gözerimi yüksekliklerini ölçüp buradan zaman hesabı yapmayı
sağlayan eski bir gözlem aracı.
Usturmaça: Her
tür deniz aracının rıhtım, iskele gibi yerlere yanaşmaları sırasında olabilecek
çarpmaları önleyici nitelikte halat, ağaç, lastik, plastik gibi esnek
malzemeden yapılmış, sabit veya taşınabilir yastık.
Uskuna: 8-15 ton
yük taşıyan iki direkli bir gemi.
Üleştirmek: 1.Pay
ederek dağıtmak, bölüştürmek. 2.Herkesin payını kendisine vermek, bölüp
dağıtmak, tevzi etmek.
Üstüpü: Gemi
kalafatında, işliklerde, buharlı makinelerde, temizlik işlerinde,
otomobilcilikte kullanılan didilmiş kendir
Varda: “Dikkat
et, savul, destur” anlamlarında bir seslenme sözü.
Vardiyan: 1.Tersanelerde
tutuklular için yapılan yer, zindan. 2.Savaş gemilerinde gemi içindeki
direktifleri ilgililere ulaştıran pasaport.
Varta: Tehlikeli
durum
Velena: Yelkenli
gemilerde iki direk arasında gerilen üçgen yelken.
Venedik dukası: Venedik
altın parası
Viya: 1.Dümeni
ortaya alarak gemiyi bulunduğu doğrultuda yürütme. 2.Gemiyi belirli bir
doğrultu verildikten sonra, aynı doğrultuda tutması için dümenciye verilen
komut.
Volta: 1.Bir
halatı bir yere bir kez dolama veya babalara yöntemince sarma. 2.Zincirin
demire veya iki zincirin birbirine dolanması. 3.Geminin rüzgâra karşı
gidebilmek için sağa sola zikzak yapması. 4.Sürekli aşağı yukarı gidip gelme,
yürüme, dolaşma.
Yalım: 1.Alev
2.Kılıç, bıçak gibi kesici araçların keskin yüzü.
Yalpa: Rüzgâr
veya dalgaların etkisiyle geminin bir sancağa, bir iskeleye yatıp kalkması.
Yedekçi: 1.Bir
hayvanı yedeğe alan kimse. 2.Akıntıya karşı kayığı iple karaya çeken kimse,
kolancı
Yelkenin
yapraklanması: Yelkenin rüzgarla doldurulamamasından kaynaklanan sağa sola
dalgalanması, titremesi.
Yemleme barutu: Ana
barut hattını tutuşturmaya yarayan ilk ateşleme barutu.
Yılankavi: Dolambaçlı,
dolanarak giden
Yılansafrası: Kükürdü
kreç sütü ile kaynatarak elde edilen kalsiyum polisülfür çözeltisi
Yisa: (Yısa) Birçok
kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için söylenen söz
Yüğrük: 1.İyi
yürüyen, iyi koşan 2.Çalışkan. 3.Çevik, güçlü.
Zabit: 1.Rütbesi
teğmenden binbaşıya kadar olan asker 2.Tuttuğunu koparan, dediğini yaptıran.
Zadegan: Soylular.
Zangoç: Kilise
hizmetini gören ve çan çalan kimse.
Zemberek: 1.Saatlerin
çeşitli parçalarını harekete geçiren bölüm, yay. 2.Kapılara takılan yaylı
kapama düzeneği
Zerduva: Kadife
Zifos: 1.Yerden
sıçrayan çamur 2.Yararsız, boş.
Zincifre: 1.Kırmızı
renkli doğal cıva sülfür. 2.Kırmızı kurşun oksidin veya sülüğenin eski adı.
Zülüf: 1.Şakaklardan
sarkan saç lülesi. 2 Sevgilinin saçı, zülfüyâr
Züttüre (sütüre): Ustura
Kitapta bahsi geçen hayali eserler ve yazarları:
Tezakirü’l Mücrimin -
Kurşunlu Mahzen Katibi Hamamcı Musa Efendi
Kamûsü’l Desais - Rûzname
Kisedarı Ölügözlü Cuma Bey
Kitabü’l İber - Kuşçubaşı
Halifesi Kuyruklu Rıza Çelebi
Silsiletü’l Havadis -
Masraf Kâtibi Kuzgunî Halim Efendi
Kevaşifü’l Melânet
Ve’l Habâset - Vakanüvis Şaşı İkram Efendi
El Müsvette Fi Usulûl
Livâta - Zından Kâtibi Çapraz Recep Dede Hazretleri
Menâkıbü’l Mebain - Buhur
Mütevellisi Kılbaz Yakup Dede Hazretleri
Akâidü’r Rezâil - Selam
Ağası Kekez İsmail Dede Hazretleri
El Beyan Fî
Makasid’ül Lûtîyan - Yedekçibaşı Maymuni İlyas Baba Hazretleri
ne çok emek harcamışsınız.. elinize sağlık... amatta kullanılan eski denizci terimlerin çokluğu ve kullanılan sözcükler anlamında size katılmamak elde değil.. bir de amatın genel karamsar havası eklenince daha ağır ilerliyor.. ama yine de ihsan oktay anar okumak çook keyifli..özellikle yaptığı göndermeler üzerine düşünmeyi çok seviyorum.. bana da beklerim..
ReplyDeletehttp://kitaplarimolmadanasla.blogspot.com/2012/02/ihsan-oktay-anar-amat.html
Teşekkürler, yazıda da söylediğim gibi okuduğum diğer iki kitabına kıyasla ağır ancak her türlü keyifli bir kitap. Yazıyı yazdıktan sonra yaptığım aramada gördüm ve okudum yazınızı, sizin de elinize sağlık.
DeleteBi' önceki yorumum uçtu :/
ReplyDeleteDemiştim ki;
İşte tam da bu sebepten; okurken kendimi olayların akışına kaptırıp gidemediğimden, böyle bi' sözcük karşıma çıktığında okumamın pat diye kesilmesinden ötürü...İ.Oktay Anar'ın tarzını se-ve-me-dim :)
Hakikaten emek vermişsin, tebrik ederim.
Çalışkan okur olduğun gerçeği apaçık :)
Blogger'ın garezi tutmuş demek ki =)
DeleteTekrara düşüyorum ama sahiden diğer kitaplarında o kadar da sıkıntılı bulmamıştım durumu, kelimenin anlamını tahmin etmeye çalışmak eğlenceli bile geliyordu diyebilirim ancak Amat zorladı. Bizim gibi muzdaripler faydalansın diye tüm bu sözlükler =)
Çok teşekkürler,okuyacağım zaman bana çok yardımı olacak:)
ReplyDeleteUmarım faydasını görürsünüz =)
DeleteTürk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği 4. sınıf öğrencisiyim. Bu dönem finale kadar okumamız gereken kitaplardan birisi Amat.. Başlamadan bir ön hazırlık yapayım istemiştim ve sizin yararlı çalışmanızla karşılaştım.. İnsanlara faydalı olan insanların en hayırlısıdır.. Emeğinize sağlık. Teşekkürler!
ReplyDeleteBir yararı dokunursa ne mutlu bana! Yorumunuz için teşekkürler, sınavınızda da bol şanslar şimdiden...
DeleteÇok teşekkürler zahmetleriniz için.
ReplyDeleteBen de çok teşekkür ediyorum.Kitabi okuduktan sonra kelimeleri tekrar etmiş oldum sayenizde...
ReplyDeleteBana göre iğrenç ve ötesi idi berbattı hiç güzel değildi ve zaten de ayrıca bana hiç yararı dokunmadı oysaki ilk girdiğimde bana acayip güzel yararı dokunacağını sanıyordum ama hiçte öyle değilmiş bana hiç yararı dokunmadı. Uzun lafın kısası ben hiç beğenmedim
ReplyDeleteSaçmalamanın sözlüğünü de siz yaIn lütfen
DeleteÇok teşekkürler emeğinize sağlık
ReplyDeleteEmeğiniz için teşekkürler okurken faydalandım
ReplyDeleteBu nasıl bi sevap, bu nasıl bi hizmet valla teşşekür ve tebrik ediyorum. Saygılarımı sunuyorum
ReplyDelete