Bu dünyayı nasıl olur da bir tanrı yaratmış olabilirdi? diye kendi kendine sordu. Akliyle her zaman şu hakikate varıyordu: Dünyada ne hikmet, ne nizam, ne de adalet vardır; ıstıraptan, ölümden, sefaletten başka bir şey yoktur. Dünyanın yapamıyacağı hiçbir hainlik yoktu; bunu biliyordu. Hiçbir saadet devam etmezdi; bunu biliyordu.
Son zamanlarda yazacağım en zor yazılardan bir tanesi bu sanıyorum ki; zira Virginia Woolf gibi bir ismi okuyup da neredeyse hiçbir şey anlamadığım için bir nebze çekiniyorum yazmaktan.
Hakkında sık sık övgüler duyduğum, dünya edebiyatının sağlam kalelerinden biri olan Woolf'u okumak istememdeki asıl sebep ilgi çekici hayat öyküsü, daha da ziyade hazin sonuydu. Özellikle son mektubu oldukça ilgimi çekmiş, merakımı arttırmıştı...
Öncelikle şunu belirtmeliyim; okuduğum kitap 1945 basımı olmasına rağmen tam olarak eski basımlar yazı dizisine dahil olabilecek niteliğe sahip değil esasında çünkü İletişim Yayınevi'nin 2011'de çıkarttığı baskının çevirisi de Naciye Akseki'ye ait. İki basım arasında herhangi bir karşılaştırma yapabilmiş değilim ancak çevirinin niteliği bakımından temelde pek de fazla fark olacağını düşünmüyorum. Dolayısıyla eski basım olmasının, romantik perspektifi gözardı edersek, pek de bir getirisi olmadı ancak bu durum ister istemez zamansız olma özelliğinin sadece kitaplar için değil, çeviriler için de geçerli bir kavram olduğunu düşündürdü bana.
Kitaba dönecek olursak; anlamadığımı söyledim ancak bunun sebebi beklediğim gibi Woolf'un dili olmadı. Okumadan evvel aldığım duyumlar ve Akseki'nin önsözde sık sık dilin karmaşıklığına değinmesi, bu konuda zorlanacağımı düşündürtmüş olsa da korktuğum kadar karmaşık/yorucu bir dille karşılaşmadım -ki aynı önsözde Akseki şöyle demiş:
"V. Woolf'a göre en mühim mesele önce kimin için yazdığını bilmektedir. Çünkü bu, nasıl yazacağını bilmek demektir. V. Woolf'un tasavvur ettiği okuyucu, okumayı itiyadedinmiş, başka devirlerin ve başka milletlerin edebiyatından da haberdar olan bir okuyucudur. V. Woolf haftalık yazmak, günlük yazmak, kısa yazmak, uzun yazmak, treni kaçırmamak için koşan iş güç sahibi insana yazmak, akşam evine yorgun argın dönen insana yazmak, okuyucusuna kolay kazanılan bir zevk vermek istemiyor. Trende okunmak, kırda vakit geçirmek için okunmak, uykulu zamanlarınızda okunmak istemiyor; onu okumak için muhakkak odanıza çekilip, bir masa başında sert bir sandalye üzerine oturup bütün ciddiyetinizle kitap okumaya hazırlanmanız lazım. O zaman V. Woolf da size beklediğiniz zevki vermeye hazırdır."
Bu söylem uyarıcı niteliğinin yanı sıra ürkütücü bir yapıya da sahip. İnsan ister istemez kendisini bekleyen okuma macerasından çekinmeye başlıyor. Akseki'nin önerisine tamı tamına olmasa da oldukça uymaya çalıştım ve Deniz Feneri okumalarımı mümkün mertebe konsantre olabildiğim ortamlarda gerçekleştirdim. Dolayısıyla, belirttiğim gibi, dile dair bir sıkıntıyla karşılaşmadım.
Eserin beni zorlayan kısmı tüm temellerinin bilinç akışı tekniğine dayandırılmış olması oldu. Klasik hikaye anlatımının alışılmış rahatlığını -serim, düğüm, çözülme- bulamamak, bırakın olay örgüsünü, neredeyse herhangi bir olay akışının bile olmaması sıkılmama ve sık sık metinden kopmama neden oldu. Bunun sebebini ya Tutunamayanlar'ı yeni bitirmiş ve bu tarz okumalardan yorulmuş olmama ya da her okuma deneyiminin iskeletini oluşturan okunan zaman ve koşullar açısından uygun bir döneme denk getirememe bağlıyorum.
(Yine de belirtmeden geçemeyeceğim ki pek sevgili Judy, Sittirella, Euphoric ve Maledisant da aynı dertten muzdarip olmuşlar. İnsan ister istemez düşünmeden edemiyor: Sorun belki bizde değil Woolf'tadır?)
Velhasıl kelam; Virginia Woolf artık okumadım demeyeceğim ancak şimdilik uzun vadede tekrar okumayı planlamadığım bir yazar oldu. Blogu okuyanlar arasında bildiğim kadarıyla kendisinin hayranları var; Woolf yazınının hangi kısımlarını beğendiğinizi ve nedenlerini paylaşma nezaketi gösterirseniz müteşekkir olurum.
Sorun kesinlikle Woolf'ta :)
ReplyDeleteTarzını sevemedim.
Okumadım demem ama yüzlerce-muhteşem kitap okunmayı beklerken -ve ömür hepsini okumak için çok kısayken- kıymetli vaktimi bir Woolf kitabı daha okumaya harcayamam.
Hah, aynen öyle! Pek de güzel ifade ettin, ağzına sağlık =D
Deletebirsey sorcam kitabin özeti ne biliyor musunuz bana aciklayabilir misiniz ?????
DeleteBen Bayan Dalloway'i okumuştum, açıklayıcı bir önsözden sonra insan kendisini neyin beklediğini bilerek okuyor:) Bayan Dalloway'i konusu itibariyle beğenmiştim, bir de onu deneyin derim:)
ReplyDeletePek yakın zamanda aynı tavsiyeyi aldım, çok daha anlaşılır ve akıcı olduğunu söylemişlerdi. Hatta ardından da The Hours isimli filmi izlememi tavsiye ettiler, yakın bir zamanda olmasa da deneyebileceğim bir kitap olarak yer etti aklımda, teşekkürler =)
Deletebelki yeni roman hareketleri hakkında bilgilenerek okusaydınız iyi ederdiniz. naciye akseki'nin önsözünde Virgini Woolf'un önemli bir konuşmasının metninden parçalar da var ve bunlarda klasik roman anlayışına tepkili olduğunu çözümlemek hiç zor değil.
ReplyDeleteNasıl ki klasik resim anlayışına tepki olarak boş tuval sergileyen veya anlamsız karalamalar yapan bir ressamın eserlerini beğenmiyorsam, aynı şekilde Woolf'un Deniz Feneri'ni de beğenmedim. "Yeni" veya "farklı" olanın "güzel" veya "iyi" olmakla eş anlamlı olmadığı konusunda hemfikirizdir sanıyorum ki? Ayrıca pek de kibar olmayan yorumunuz için teşekkürler...
Delete