Ben, Hasan tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben… Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyanca’sı konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve benim dualarım, fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim.Amin Maalouf'un 1986'da yayımlanan ilk romanı Afrikalı Leo, Semerkant'tan sonra çok merak ettiğim bir kitaptı. Buradaki yazıda da belirttiğim gibi; tarih romanlarıyla pek aram olmamasına rağmen Maalouf'un başarısı beni, diğer kitaplarını da okumaya teşvik etmişti ancak bu kitapla beraber artık eskisi kadar hevesli olmadığımı söyleyebilirim maalesef...
Afrikalı Leo, yazarın ilk romanı olmasının etkisiyle olsa gerek, edebi açıdan amatör bulduğum bir eser oldu. Karakterlerin tutarsızlığı, zaman zaman hızına yetişemediğim olaylar ve aceleye getirilmiş bir son, okuma zevkini baltalayan etmenler olarak karşımıza çıkıyor. Bu olumsuzlukları bir kenara bırakır, sadece tarih romanı gözüyle bakarsak da vasat bir iş olarak değerlendirmek çok da yanlış olmaz sanıyorum.
Kitap, gerçek bir karakterin, Afrikalı Leo olarak da bilinen Hassan el-Wazzan'ın gezi notlarından derlenmiş. Gezgin hakkında çok fazla kaynak olmadığı için Maalouf da hayal gücünü kullanarak hikayesini dönemin önemli isimleriyle renklendirmiş; papalar, Osmanlı padişahları, krallar, imparatorlar, sanatçılar derken gerçekle-hayali yine başarılı bir şekilde harmanlamış. Kitap, Leo'nun hayatında önemli role sahip dört şehrin isimleriyle dört bölümden oluşuyor; Granada, Fas, Kahire ve Roma.
İlk başlarda oldukça akıcı bir şekilde ilerleyen kitap -sanırım vermek istediği mesajı vermenin rehavetiyle- giderek yüzeyselleşiyor ve daha çok Leo'nun yaşadıklarına odaklanıyor. Kitap boyunca zaten neredeyse hiç bir tutarlılık göstermeyen karakterimiz, sonlara doğru her sayfada bir yıl atlayarak adeta hikayeyi bitirmek için acele ediyor. Bahsettiğim tutarsızlık, Leo'nun kişiliğiyle alakalı bir durum değil tabi; yazarın, karaktere söylettiklerini unuttuğu hissine sürükleyen olaylardan söz ediyorum: Hayatımın aşkı dediği kadınları geride bırakmak zorunda kaldığında tekrar hatırlamak için ya ölmesini ya da göçmesini bekliyor kahramanımız örneğin... Ya da ağırbaşlı, efendi bir karakter otuz sayfa sonra karşımıza haklı sebepleri olan bir haydut olarak çıkabiliyor... Öte yandan Maalouf'un tasvir ve diyaloglardaki başarısını da göz ardı etmemek gerek elbette; yazarın doğu kültürünü ve atmosferini aktarmadaki ustalığı bu kitapta da dikkat çekiyor. Kendinizi ister istemez 15. yy Mısır'ında bulabiliyorsunuz.
Lafı fazla uzatmaya gerek duymadan; tarihe veya doğu kültürüne özel bir ilginiz yoksa, Afrikalı Leo'nun bir roman olarak tatmin edici bir iş olduğunu söyleyemem. Yine de tarihle arası iyi olanların, masal ve gerçeği bir arada okumak isteyenlerin ve zihnini bahsi geçen ülkelerde dolaştırmak isteyenlerin okumaktan zevk alacakları bir kitap.
Hamiş: Afrikalı Leo hakkında hazırlanan BBC belgeselini (İngilizce) izlemek isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.
Afrikalı Leo - Amin Maalouf, Yapıkredi Yayınları - 337 s.
Semerkant rüzgarıyla önce Yüzüncü Ad'ı okudum, şimdi de sırada bu var, masada bekliyor bakalım. Ama Yüzüncü Ad'ı pek sevmemiştim, Leo daha zevklidir umarım:)
ReplyDeleteBen de aynı rüzgarın etkisiyle okudum ancak aradığımı bulamadım maalesef =/
DeleteOkumaya niyetlenmiştim hevesim kaçtı. Semerkant ve Doğunun Limanları'nı çok sevmiştim oysa
ReplyDeleteOkumanızı tavsiye ederim. Akıcılığı ve olay çeşitliliği Semerkant'ı aratmıyor.
Delete