Mülksüzler - Ursula K. Leguin

Devletçiler hareketi güç kullanarak bastırmaya çalıştılar ve başaramadılar. Düşünceler baskı altına alarak yok edilemez. Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir. Düşünmeyi reddederek - değişmeyi reddederek. İşte bizim toplumumuzun yaptığı da bu! 
Yayımlandığı yıl olan 1974'te Nebula, bir sonraki yıl ise Hugo ve Locus başlıklı oldukça önemli bilim-kurgu/fantezi ödüllerini kazanan Mülksüzler, Ursula K. Le Guin imzalı bir başyapıt. Klişe bir kalıp olarak düşünmeyin yalnız; gerçekten bir başyapıt.

Mülksüzler, genellikle ütopik bir bilim-kurgu romanı olarak tanımlanıyor ancak bu tanım günümüz için fazlasıyla eksik ve yanlış yargılara sebep olabilecek bir tanımlama; zira içerikten ziyade, satış-pazarlamaya önem verilerek gerçekleştirilen günümüz sınıflandırmasının yarattığı bilim-kurgu algısından uzak bir eser Mülksüzler. Daha geniş bir tanımla "içerisinde bilim-kurgu öğeleri de taşıyan" bir hikaye diyebiliriz sanıyorum ki. Yani Isaac Asimov veya (lisede aynı sınıfta olmalarına rağmen birbirlerini tanımadıkları) Philip K. Dick tarzı bir bilim-kurgu söz konusu değil.

Öte yandan tam manasıyla bir ütopya da değil; alt başlığında belirtildiği üzere "ikircikli" bir ütopya. Bu ikircikli meselesine tekrar dönmek üzere, önce kısaca eserin konusundan bahsetmekte yarar var: Mülksüzler, Anarres ve Urras  isimli birbirlerinin etrafında dönen iki gezegeni fon alıyor hikayesine. Anarres, 150 yıl önce Urras'dan göç etmiş, kendilerine Odocu diyen anarşistlerin yaşadığı kurak ve verimsiz topraklara sahipken Urras, kapitalist ve arşist bir sisteme sahip zengin bir dünya... Uzun zaman sonra bu iki dünyayı birbirine bağlayan hikayenin başkahramanı ise Anarres'li bilim adamı Shevek. Kitap, Shevek'in Anarres'ten Urras'a seyahatiyle başlıyor; ilerledikçe kurgu, kahramanımızın yolculuktan önceki hikayesi ve yolculuktan sonra yaşadıkları olarak ikiye bölünüyor. Bütün bu çerçevenin içindeyse o kadar çok konu ve kavrama değiniyor, o kadar çok şey anlatıyor ki Le Guin; kitabı bilim-kurgu standartlarının dışına çıkartan da bu oluyor: Anarşizm, devrim, kapitalizm, sosyalizm, kolektivizm, bireyselcilik, feminizm, aile, din, devlet, ahlak, linguistik izafiyet, eğitim ve sahip olma gibi pek çok kavram ve temayı ele alıyor. En güzel tarafı ise bunu yaparken ziyadesiyle tarafsız bir bakış açısıyla; tüm mefhumları bütün artıları ve eksileri ile birlikte sunmaya çalışıyor olması.

Bu tarafsız, yönsüz bakış açışı "ikircikli" mevzusunun da kaynağı oluyor aynı zamanda: Edebi eksende "ideal, kusursuz, gerçek olamayacak kadar güzel" anlamı ihtiva eden ütopya kavramını karşılamıyor eser. Çünkü ne Urras ne de Anarres, işleyişin veya bireyin sorunsuzca var olduğu gezegenler; ikisinin de pek çok açıdan kendi artıları ve eksileri var: İlk başlarda Anarres'te bir yönetimin var olmaması, sahip olmama/sahip olunmama anlayışının güzelliği, kolektif bilincin ve toplumsal vicdanın "kusursuzluğu" ütopik bir yanılsama oluşturmasına rağmen ilerledikçe bu yanılsamanın ardında; doğa şartları gereğince yetersiz olan sınırlı kaynağın paylaşımının toplumu ilerlemekten alıkoyduğunu, kıtlık kapıya dayandığında anarşist devrim inancının tüm kudretine rağmen ahlaki düzenin yıkımla burun buruna gelmesini ve sadece idari işlerin yürütülmesiyle görevli, teorik olarak hiçbir gücü ve ayrıcalığı bulunmayan kitlenin, insanoğlunun doğası ve Odo'nun ilkelerinin sadece ezberlenen, içeriği boşaltılmış unsurlar olarak kalmasının bir getirisi olarak konumlarını birer hegemonya aracı haline getirdikleri gerçeğini görüyoruz. Öte yandan Urras ise toplumsal olarak belirli bir yaşam standardının sağlandığı, bolluk ve bereket içerisindeki bir gezegen iken sınıfsal uçurumların ve adaletsizliğin had safhada yaşandığı acımasız bir dünya. (Burada yine çeviribilimin dehlizlerine dalarsak: Türk Dil Kurumu'na göre "işkilli, kuruntucu, kuşkucu" anlamına gelen "ikircikli", eserin orijinal alt-başlığı olan "An Ambiguous Utopia"daki "ambiguous" kelimesini tam olarak karşılamıyor esasen çünkü kelimenin tam olarak bir karşılığı yok. "Ambiguous" kelime anlamıyla "belirsiz" olarak çevrilebiliyor olsa da altında "birden fazla çevirisi/yorumu/meali olma" anlamı taşıyor.) Dolayısıyla konusunda ihtiva ettiği hiçbir yönetimin, işleyişin ideal, kusursuz ol(a)madığını göstermesi sebebiyle "ikircikli bir ütopya" olarak tanımlanıyor eser.

Dile, kelimelere dair söylenecek daha çok şey var Mülksüzler söz konusu olduğunda: Bunlardan ilki ismiyle ilgili: The Dispossessed, Anarres'lilerin temel özelliklerinden olan hiçbir şeye sahip olmama ve hiçbir sahiplerinin olmaması yönüyle "mülksüzler" anlamına gelmekle beraber, Dostoyevski'nin İngilizce'ye "The Possessed" adıyla çevrilen Ecinniler'ine bir cevap niteliği de taşıyor. İngilizcede "sahip olunanlar" veya "ruhuna şeytan girmişler, cin tutmuşlar" anlamına gelen The Possessed'de Dostoyevski anarşist bir grubun maceralarını anlatıyor. Bülent Somay, Mülksüzler için kaleme aldığı sonsözde: "Le Guin herhalde şunu demeye çalışıyor: Anarşistler öyle 'ruhu cinler tarafından ele geçirilmiş', şeytansı yaratıklar değildir, onlar sahipsizdir, ne şeytan ne de insan onlara sahip olamaz" diyor. 


Kelimelerle oyunu bununla bitmiyor Le Guin'in Mülksüzler'de. Yine aynı sonsözden alıntılarsak: 
"Anarres"in adı, bir yandan Anarşi'yi (Anarşi: başsızlık - Yunancada arche: baş, başat; ana- öntakısı ise olumsuz iyelik, -siz, -sız demek) çağrıştırırken, bir yandan da "şeyleri," mal ve mülkleri olmayan anlamına geliyor (Latince'de res: şey, nesne). Kapitalistlerin ve devletçilerin dünyası  "Urras" ise, öncelikle ABD ve SSCB'nin harflerinden devşirilmiş (USA ve USSR). İlk iki harfi olan Ur- ise, Almancada ilk, kaynak, başlangıç anlamına gelen bir öntakı. Bu anlamda, Urras, Anarres'e giden göçmenlerin kaynağı, ikili gezegen sistemindeki hayatın başlangıç noktası, eski dünya.
Peki, sadece "gösteren" bir eser mi Mülksüzler? Veya başka bir deyişle; Le Guin ne anlatıyor? Eser hakkında çok daha derin analizler, metin çözümlemeleri yapılabilir olsa da kısaca ümidi aramaya iten bir kitap diyebiliriz Mülksüzler için. Evet; kusursuz bir yönetimin var olamayacağını söylese de karanlık bir kitap değil; bir ütopya. Sadece alışılagelmiş anlatımı kullanmıyor; toplumu kendi zaman dilimindeki  gerçekleri üzerinden eleştiriyor ancak buna alternatif ideal bir dünya yaratmak yerine eksileriyle beraber bir yeni dünya ve artılarıyla beraber bir eski dünya sunuyor. İkisini de aynı anda görmemizi, ikisinin de artılarını ve eksilerini aynı potada eritip yeni bir ümit kurmamıza olanak sağlıyor. Bunun için de insanın kendi kendine koyduğu sınırları, toplum ve devletin bireyin önüne diktiği "duvarları" yıkmamız gerektiğini anlatıyor. 

Sadece verdiği mesajlar veya derinlikli temasıyla bir başyapıta imza atmamış Le Guin; anlatımı ve kurgusuyla da tatmin edici bir roman koymuş ortaya. Öncelikle çift zamanlı kurgu, protagonist Shevek'in yolculuktan önceki hayatı ve yolculuktan sonra yaşadıkları ekseninde ilerleyen anlatım büyük bir akıcılık kazandırıyor esere. Bilmediğimiz yeni dünyaların detayları gibi başkarakter de ağır ağır şekilleniyor ve zaman içerisinde olgunlaşıyor; bu da giderek daha çok yakınlaştırıyor okuru karaktere. Ayrıca bütün derinliğine ve ele aldığı temaların çetrefiline rağmen diyalektiğini sağlam temeller üzerine kurduğu, kafa karıştırmadan ve net bir biçimde sunduğu için derdini oldukça zahmetsiz bir şekilde anlatabiliyor eser ve bu da edebi açıdan keyifli bir okuma deneyimi sunuyor. 

Kitabı bitirdikten sonra "Ama ne güzeldi, keşke biraz daha olsa da okusam" diyecekler için, yani hemen herkes için, Mülksüzler'in başlangıcını oluşturduğu ve "Hainish Cycle" olarak adlandırılan evrende geçen diğer eserlerin başlıcaları şöyle; Karanlığın Sol Eli, Rocannon'un Dünyası, Dünyaya Orman Denir ve Sürgün Gezegeni. Ayrıca doğrudan Mülksüzler'le bağlantılı olarak, anarşist devrimci lider Laia Asieo Odo'nun, bir gününü anlattığı Devrimden Önceki Gün adlı, yine bol ödüllü, kısa öykü  de yazarın Gülün Günlüğü kitabında yer alıyor. 

Bir gün duvarlarımızı yıkabilmek ümidiyle... "Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı. Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı."

MülksüzlerUrsula K. Le Guin - Metis Yayınları, 348 s.

4 comments:

  1. Mülksüzlerin hakkı çok fazla yenilmiş zannımca, klasik ya da kült olamamış ama bence bu alanda yer almayı açık ara hak etmiş kitaptır.

    ReplyDelete
  2. Tankut, hep aynı kitapları mı seçiyoruz-okuyoruz?
    Mülksüzler, akşamları yatmadan önce onar on beşer sayfayla sonuna geldiğim kitap. Hatta gönderisini hazırlamaya başladım :)))
    Pes :)

    ReplyDelete
    Replies
    1. Hehe, aklın yolu bir + kalp kalbe karşı olunca oluyor böyle şeyler bazen =) Ayrıca ben instagram'daki yorumundan yeniden okuyorsun sanmıştım ya hu, gönderine iki de yorum ekle lütfen, merak ediyorum başka insanların bu kitap hakkındaki düşüncelerini.

      Delete
    2. Kitabı çok sevdim! :)
      Le Guin'in kurgu yeteneğine bi' kez daha hayran kaldım...
      Gezegenlerdeki hayatları, yönetim yapılarını karşılaştırırken resmen dünya turu yaptım. Bitmesin diye azar azar okuyorum :) Az sonra da gidip son sayfalardan beynimi besleyeceğim mesela :)
      Hafta sonuna tamamlayabilirim umarım gönderisini çünkü çok fazla cümlenin altını çizdim.

      Delete