Efendim bilen bilir, geçtiğimiz aylarda edebiyat dünyasına veda eden Yalnızlar Mektebi isimli dergimizin Nisan-Mayıs 2015 tarihli 12. sayısında fantastik edebiyat temasını işlemiştik. O zamanlar popüler kültür ürünlerini "edebiyat" diye yutturabileceğini keşfeden uyanıklar bu kadar çoğalmamış, Instagram'da kitap, dergi fotoğrafı paylaşan herkese "okur" demek adet olmamıştı. Neyse.
İşte o sayıda, bir gençlik hayalimi gerçekleştirme imkanı bulmuştum: Yıllarca çok severek okuduğum, ortaokul sıralarında elimizde resim fırçaları ile büyücülük oynamamıza neden olan Harry Potter serisinin çevirmeni Sevin Okyay'la kitaplar ve kitapların -sözlük anlamıyla- büyülü dünyası hakkında konuşabilmek!
Kendisi şu sıralar bu büyülü dünyanın son eseri Harry Potter and the Cursed Child'ın çevirisini yapar, bir de üstüne Fantastik Yaratıklar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? filminin vizyona girmesine yaklaşık üç ay kalmışken bu keyifli söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim.
Kendisi şu sıralar bu büyülü dünyanın son eseri Harry Potter and the Cursed Child'ın çevirisini yapar, bir de üstüne Fantastik Yaratıklar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? filminin vizyona girmesine yaklaşık üç ay kalmışken bu keyifli söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim.
Kendisiyle tanışmamış olanlar için belirteyim; evet, tam da tahmin ettiğiniz üzere son derece hoşsohbet bir insan Okyay. Ayrıca evet, Harry Potter'ı bir "iş" olarak değil, gayet severek çevirmiş. Hemen hemen her potterhead gibi o da filmlerden memnun değilmiş...
İyisi mi siz söyleşiyi okuyun. Söyleşimizin seriyi okumamış olanlar için sürpriz-bozan içerdiğini belirtir, iyi okumalar dilerim!
İyisi mi siz söyleşiyi okuyun. Söyleşimizin seriyi okumamış olanlar için sürpriz-bozan içerdiğini belirtir, iyi okumalar dilerim!
Size
pek sorulmayan bir soruyla başlamak istiyorum: Harry Potter’dan sıkıldınız mı?
Hani oyuncularda rol üstüme yapışıp kalmasın kaygısı vardır, öyle bir şey oldu
mu?
Valla ben bunca yıldır
çeşitli alanlarda yazı yazar ve çalışırım, kimse adımı bilmiyordu açıkçası.
Şimdi hiç değilse çocuklar biliyor, böyle diyelim. Yapmış olmaktan memnunum;
kolay da değildi üstelik…
Hoşnutsunuz
yani? Ben şahsen sıkılmışsınızdır artık diye düşünmüştüm, Sevin Okyay eşittir
Harry Potter durumundan…
Hiç lanse etmemekten iyi
olduğuna karar verdim, önceleri öyleydi doğrusu. Çünkü çocuklar geliyordu,
kızlar özellikle, onlar biraz daha bilmiş oldukları için, “Sen başka şeyler de
yazıyor musun?” diyorlardı. Ben de “E şey işte kem küm” diyordum, ne diyeyim
yani; sinema yazarım, caz yazarım, spor yazarım… “Eeh defol git şuradan!”
diyecek yani (gülüşmeler)
İşte
o durumda mesela “Ben sadece Harry Potter değilim!” gibi bir hissiyat oluştu
mu?
Valla kim nasıl tanıyorsa
öyle tanısın, zaten başa çıkamazsın, olmuş bitmiş neticede, işi aldığın anda
bitmiş. Belki Ülkü’yle (Tamer) baştan planlandığı gibi, bir Ülkü bir ben
yaparak gitseydik o zaman bir kişinin üzerinde fazla durulmazdı. Zaten ikinci
kitabı ben yaptım ama çok sıkışık takvimleri olduğu için bitiremedim ve
Kutlukhan’dan rica ettim üçte birini yapar mısın diye. Son üçte birini
Kutlukhan yaptı, adı olmasa da o kitapta da vardır yani çevirisi, ondan sonra
Ülkü üçüncüyü yetiştiremedi, biz dördü yapıyorduk o sırada, döndük üçü yaptık,
ondan sonra da sonuna kadar biz yaptık.
O
sıkışık takvim durumları nasıldı, o zaman da mı gına gelmedi?
Şöyle ki; Rowling
önceleri daha sık yazıyordu, sonraları, evlendikten sonra daha seyrek yazmaya
başladı. Biliyorsun yaklaşık iki yılda bir falan çıktı son kitaplar, çeviriyi
de iki ayda bitirdikten sonra sıkışıklık kalmıyordu o yüzden öyle bir sıkılma
olmadı yani…
İlk
kitabı Ülkü Tamer’in çevirmesi nasıl etkiledi peki? Yani terminoloji açısından…
E tabii, orada ne
deniyorsa hepsine bağlı kaldık mecburen ama orada denenler sadece Ülkü’nün
seçimleri de değil; Warner Bros. müdahale ediyordu -yani bize geldiğinde… Çünkü
bir Ankara’da çıkardılar biliyorsun, Dost çıkardı, olmadı, satmadı… Biraz geç
aldı yani Yapı Kredi Yayınları; ben mesela ikinci kitabı okuyup bitirmiştim,
neredeyse üçüncü kitap yayımlandığında birincisi Türkçe’ye çevrilmeye başlandı
yani. O sırada da Warner Bros’un durumu belli olmuştu… Onlar her şeye müdahale
ederler zaten, bunda da etmişler birkaç şeye. Mesela muggle onların ısrarıyla
olan bir şey; yani muggle denmesi, çevrilmemesi… Hepsine onların bağlı kaldık.
Beni en çok üzen de şeydir yani; “asa” olması “sihirli değnek”lerin. Çünkü
onlar sihirli değnek! Asa dediğin şu işte (bastonunu gösteriyor) bunun daha
büyüğü, Musa’nın kullandığı cinsten olan…
Gandalf’ın
kullandığı gibi…
Evet, evet. Ama herkes
alıştı işte, iyi yani, ne olabilir ki? Ülkü çok iyi bir çevirmendir,
dolayısıyla… Yani zaten şöyle bir fark oluyor: Şimdi mesela birinci kitabı alıp
dördüncüyle yan yana okusan bizim ne kadar karanlık, ölümle, kötü büyücülerle
uğraşan alçaklar olduğumuzu düşünürsün çünkü Ülkü’nün çevirisinde daha günlük
güneşlik bir hava vardır…
Ama
Harry Potter’ın gidişatı da o yönde değil mi? Okur kitlesiyle gelişen, değişen
bir seri; okur kitlesi büyüdükçe meseleleri de ciddileşiyor…
Tabi tabi, gittikçe
alışıyor; ölüme de zaman içinde alışıyor. Kitaptaki çocuklar büyüdükçe de
kararıyor biraz. Yani kararıyor derken şunu kastediyorum; hayat nasılsa, bir
fantazya aleminden hayatın gerçeklerine bakıyor.
O
konuya gelmişken; Potter genellikle derinlikten yoksun olmakla itham ediliyor…
Ne mesela? Bana derinliği
olan bir fantazya söyle?
İşte
Yüzüklerin Efendisi’ndeki yol macerası, iyi ile kötünün arasındaki farklar…
O da derin bir mesaj
değil ki kardeşim, düpedüz iyiyle kötünün çatışması! Yüzükler’deki mesele dil
ustalığı… Yazma açısından değil de –Rowling de çok iyi bir yazar- dil ustalığı,
yani bulduğu diller, o kitabın arkasındaki ekler mesela, başlı başına bir
hazinedir… Tabii o bakımdan daima üstün çıkar hepsine ama bilmiyorum ya, ben
bir derinlik yoksunluğu olduğunu düşünmüyorum çünkü çok gerçekçi bir şekilde,
bir insanın evrimini görüyorsun, büyümesini, gelişmesini, hepsinin yani
hepsinin ama özellikle Harry’nin... Bir de karakterlerin derinine inmiştir hep,
yani öyle yüzeyde kalmış karakterler değildir hiçbiri. Bence en iyi örneği
Snape’dir mesela, onun muhteşem bir karakter olduğunu düşünüyorum. Bir insanın
seçimlerinin, iyiyi ya da kötüyü seçmesinin, kendi şahsi duygularının
değerlendirmelerinin de üstünde bir değerlendirme görerek öbür tarafa,
sevmediği insanların tarafına –Dumbledore hariç- geçmeye karar verebilmesi… Bir
de sevgi yani, çok sevgi vardır kitapta ve en büyüğü de Snape’in aşkıdır diye
düşünüyorum. Ben yüzeysel olduğunu düşünmüyorum açıkçası.
Hep
çok sert eleştiri alır o yönden, özellikle koyu Tolkien hayranları tarafından…
Ama baksana yani buradaki
arkadaşlık örnekleri orada yok mesela… Yani bizim çocuklardan da ziyade bir
önceki nesli kastediyorum; Sirius, Lupin, James Potter, sonradan hain çıkan
Pettigrew… Lupin de en sevdiğim ikinci karakterdir… Birincisi Sirius tabi;
Sirius ölünce beşincide –gerçi bir ümidim vardı, hani perdenin arkasından
fısıltılar geliyordu ya, bir yerde getirir diye düşünüyordum- öldükten sonra
işte, “Ben mail atacağım!” diye tutturdum kadına… Hani “Doğru dürüst iki
karakterim vardı, birini öldürdün, ötekini de öldüreceksen söyle de ben bu
kitabı çevirmeyeyim!” diye. Kutlukhan da “Sana ne ulan,” dedi, “kadının keyfi
değil mi, kendi kitabı… İster öldürür ister yaşatır,” dedi. Ben de dedim ki: “O
zaman mutfağa gidip de kocasına ağlamasın ‘Ah Sirius öldü, Sirius öldü!’ diye”
dedim. (gülüşmeler)
Ama
hep söyler onu; Sirius’u öldürdüğüme çok pişmanım der yani…
Diriltsin kardeşim,
diriltsin, fantazya bu! Öyle sesler varsa, fısıltılar varsa, ruhtur, geri döner
yani... Şeyde de böyle olmuştu; Zaman Çarkı’nda da Moiraine vardı ya, Aes
Sedai’lerden, o öldü. Fakat arkadaki eklerde “presumed to be dead” (öldüğü
varsayılıyor) diyor. Şimdi buyur yani! Varsayıyorsa, yoksa, acaba!? Buraya
gelmişti Robert Jordan, karısıyla birlikte, ona sordum: “Moiraine geri gelecek
mi?” dedim, “Ben bu kitapta her öleni geri getirecek olsam 35 ciltte
tamamlanmaz,” dedi bana. Biz de hepsini istemiyoruz ki kardeşim, sadece onu
istiyoruz… (gülüşmeler)
Karakterlere
bağlılığınızı az buçuk biliyorum. Sinema için ne düşünüyorsunuz, sinemadaki
karakterlerin aktarımı için?
Genelde sevmiyorum. Çünkü
tabi ki karakterler aynı derecede derin ve baskın olamıyor, yani o kadar çok
olay var ki… Onları da zaten iki saate sığdıracaklar, belki değil bile… Bir de
şey var tabii; filmlerin yönetmenleri değişip durdu ya, her çeken, benden
sonrası tufan, demiş. Yani herkes bir sonrakine bırakmış, yapabildiğini yapmış,
o uğraşsın demiş, kapatmış gitmiş. Böyle bir şey yok. İlk ikisi çok çocuk filmi
gibidir çünkü gerçekten Chris Columbus küçük çocukların korkmasından çekiniyor,
onun için böyle lay lay lom yapmıştı ama pardon da o yılan orada dolaştıktan
sonra yetişkin korkar be! Zaten korku var hikâyede, kastedilen meselelerden
birisi yani ama ikinci kitapta o kadar değil, çocuklar küçük daha…
Filmdeki
yılan sahnesi o haliyle bile bayağı tartışılmıştı zaten, hatta Amerika’da
yasaklandı falan…
Yani… Üçüncü kitapla
filmler de toparlanmaya başladı ama son üç film iyidir gerçekten. Hatta son
filmden bir önceki –son zaten artık “grand finale”, büyük savaşlar, olaylar
falan- ama son kitabın ilk filmi basbayağı sanat filmi gibiydi. Hani
karakterlerin kendilerini dağa bayıra vurdukları… Karakterler çok değişmişti,
karakter çatışmaları görebiliyorduk. Tabi artık yeniyetmelikten de çıkmışlar,
genç olmanın arifesindeler…
Oyunculukları
bile gelişmişti, ilerlemişti.
E tabii, artık alıştılar
o kadar zaman oynaya oynaya… Zaten Emma Watson yetenekli bir oyuncuydu çok, bir
de maalesef güzel oldu sonradan. (gülüşmeler) Zaten güzelce, ince bir kızdı ama
büyüdükçe bütün bütün güzel oldu. Herkes böyle bir “Bu Hermione çirkin değil
miydi ya, n’oldu böyle?” falan diye dolaşmaya başladı.
Kitapta
da güzelleşmiyor esasen, bir tek baloda etkiliyordu bizim oğlanları Viktor
Krum’la çıkarken falan.
Evet evet, çok
şaşırıyorlardı hatta; “Vay canına bu kızmış,” gibi bir durum hâsıl oluyordu.
İlişki
mevzularına ne diyorsunuz? Hani başlarda herkes Harry ile Hermione mi olacak
derken Ron’la Hermione oluyor falan…
Valla ben ikisine de
yakıştırmamıştım zaten, daha aklı başında birini bulur diye ümit ediyordum ama
Ron da komik oldu yani.
Eh
sempatik oldu en azından ama Viktor Krum daha iyiydi bence de…
Son birkaç sayfadan da
anladığımıza göre birbirlerini de gırtlaklamamışlar hem.
Bence
Ginny çok zorlama durdu hikâyede, Ginny Weasley’i Harry’e yapmaları?
Evet, yani, artık bunu da
birine yapalım da açıkta kalmasın diye düşündüler herhalde çünkü herkes sahiden
de Hermione’yle birlikte olmalarını bekliyordu… Luna’ya yapsalardı bari neşeli
olurdu, eğlenirdik hep birlikte diye de düşünüyorum…
Aynen,
Luna’yı da harcadılar, çok başarılı bir karakterdi, kullanılmadı hiç yeterince…
Çok tatlı bir karakterdi,
çok hoş ama sonlara doğru girdi zaten… Babası da çok hoştu, bunun bir de deli
babası var ya hani kızın deli olmasını açıklayan...
Ah
ah! Hele filmde iyice ziyan ettiler onu mesela, çok karanlık bir atmosfere
soktular.
Öyle işte… Filmlerden
hoşnut değiliz pek.
Ben
bir Ozan Beedle’ın hikâyesini anlattıkları sahneyi çok sevmiştim.
Aa evet, çok güzeldi. O
kitap da çok güzeldi, belki onu film yaparlar dedim ama ilgilenmediler.
“Fantastik
Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunular?”ı film yapıyorlar şimdi.
Bakalım ne yazacak orda
çok merak ediyorum…
Ben
de çok merak ediyorum üç filmlik ne çıkaracak o kitaptan…
O iki kitabı da yine
ikimiz Kutlukhan’la beraber çevirdik ama esas olarak Fantastik Canavarlar
benimdi -her ne kadar neredeyse yüzde doksanının adını Kutlukhan bulsa da, yani
daha önceden olmayanları- Quidditch Tarihi de onundu... Çünkü kitapta aşağı
yukarı bütün Quidditch maçı olan kısımları o çevirmişti, şiirleri de genellikle
ben… Bir iki tanesinde “Bunu ben yapayım istersen,” dediydi, o orman sahnesi
vardır ya giderler hep birlikte…
Evet
evet, Quidditch dünya kupasında.
Hah, karanlık bir
sahnedir, orayı o yapmıştı. Dumbledore’la mağaraya girdikleri sahneyi de ben
yapamam dedim; bir kere ne yaptıklarını anlamıyorum! Yani anlamadığım şu;
nereden ne gibi bir tekneye biniyorlar da ne yapıyorlar? Ben böyle şeyleri
kafama taktım mı takarım yani, biliyor o da, tamam sen bırak ben yapayım en
iyisi, dedi. Bir de Sirius’un öldüğü sahneyi de özellikle ben aldım, dedim
madem ölecek, benim elimde ölsün bari… O zamanlar ben bir karakterin öleceğini
duymuştum dışarıda, editörümüze dedim ki bilmek istemiyorum kim olduğunu kitabı
okuyana kadar… O da bilmiyorum mu anlamış, bir şey olmuş, aradı bir gün,
“Sirius,” dedi. “Ne Sirius?” dedim, “Ölen,” dedi “Sirius”. “Nee! Ben nasıl
çevireceğim şimdi orayı” diye nasıl yakınıyorum… (gülüşmeler)
Çevirirken
öğrenmeniz daha sert olurmuş ama… En azından bile bile gitmişsiniz.
Belki de tabi… İşte o
sırada mail atmaya karar verdim, Kutlukhan da azarladı beni, ondan sonra yavaş
yavaş alıştık... Ama kitabı okuyunca da perde arkasındaki fısıltılar falan… Umuda
kapılıyor insan…
Değil
mi? Hayalet olarak gelecek mi durumu oldu bir ara falan…
Aynen aynen… Bir bunu
belki yapar dedim son ciltte, bir de o hani tek mantık hatası var ya asanın
ucundan çıkanların sırası, Voldemort’un öldürdüklerinin, yanlış sırada çıkarlar
ya, onu bir şekilde telafi eder dedim ama delikanlılık etti dönmedi sözünden…
Kabul etmiştir söyleşilerde zaten onu. Tek mantık hatası oydu çünkü Rowling’de
eskilerin “fikri takip” dediği şey var; yani bir karakteri nasıl yaptıysa, bir
meseleyi nasıl ortaya koyduysa sonuna kadar öyle götürür. Bu konuda çok
özenliydi yani…
Ve
hikâyenin bütününde de; işte Snape’in aşkı, Petigrew’ın ihaneti falan, hep
bütün yedi kitabı birbirine bağlayan öğeler olarak, devamlılığı olan meseleler
olarak çıkar ortaya…
Öyle öyle… Öte yandan çok
fazla konuya değinir; çeşit çeşit dostluklar var, ihanet var, sevginin çok
üstünde durur, ölümün, ölümün ciddiyetinin üstünde durur… Yani bence hayatla
ilgili birçok şeyi çok ciddiye alıyor ve hep üstünde durarak işliyor, yani pat
diye yazıp geçmiyor, “Onu da ejderha öldürdü,” deyip gitmiyor…
O
derinlikten yoksunluk meselesi biraz da popülaritesiyle ilgili herhalde; çok
popüler olunca bir cephe oluşturma ihtiyacı, savunma yapma ihtiyacı duyuluyor
genelde…
Çok popüler olduğu için,
bir de herkes çocuk kitabı olarak değerlendirdiği için…
Evet,
öyle bir sıkıntı var maalesef, burada da (kitabevi) demin onun tartışmasını
yaşadık; yine çocuk kitapları arasında da… Yani değil, çocuk kitabı değil Harry
Potter!
Değil tabi, üçte bir
okuyucusu yetişkinlerdi ya hu… Gazetelerin içlerinde okuyorlardı, ben
görüyordum vapurda falan. Ondan sonra Allah’tan “adult version” bastılar da aşk
romanı gibi kapakları olan, öylece ellerinde dolaştırma imkânı elde ettiler
yani…
Rowling’in
hikâyeyi süründürmemiş olmasını da hep takdir etmişimdir; şu anda hala yazıyor
olabilirdi Harry Potter dünyası hakkında bir şeyler…
Tabii canım, o son
kitabın son bölümü bence hakikaten yiğitliğin bir numaralı örneği… Yani beş
tane daha şato alırdı!
Alırdı
valla, almamış olması enteresan hakikaten…
Ama o Warner Bros.’a
karşı da kitapların lehine çok mücadele etti, hatta bir mailinde “Merak
etmeyin, ringde sizin köşenizdeyim, savaşıyorum!” demişti ama bir sürü şeyi
kurtaramadı tabi… O Fantastik Canavarlar zamanı, çeviriyoruz işte, önce
yaratıkların isimlerini çevirdik, kitapta olanları aldık sonra oturduk düşündük
Kutlukhan’la –ben tembellik etmişimdir tabii, nasılsa Kutlukhan güzel şeyler
buluyor diye- ondan sonra yaptık, alfabetik sıraya koyduk Türkçe gönderdik.
Olmaz, demişler, hepsi İngilizce kalsın yaratıkların. Ne demek hepsi İngilizce
kalsın? Ulan bunca kitaptır ejderha dediğimiz şeye “dragon” mu diyeceğiz yani
şimdi? Öyle bir şey olabilir mi? Çok kavga ettik ama en sonunda sadece
İngilizce sıralamalarına göre konmak şartıyla kabul ettirdik. Bir de yani ben
“muggle”ı anlamıyorum. “Niye ‘muggle’ bıraktınız?” diye sorduk. Oyuncak
bebekler yapıyorlar ya bunlar, “merchandise” vaziyeti yani, onun için “muggle”
kalsın istiyorlarmış. Pardon da “muggle” bebeği nasıl bir şey olacak bunu
anlayamıyorum yani… Hepsinin bebeği olabilir ama “muggle” insan be?! Nasıl bir
“muggle” bebeği yapacaksın?
Ama
onun şöyle bir avantajı oldu; bir kavram olarak dile geçti artık. Hani
dizilerde falan rastladığımızda anlayabiliyoruz neye gönderme yaptıklarını...
E tabii, “muggle”ı
insanlara hakaret için de kullanıyoruz; “Abi ‘muggle’sın yaa!” falan
diyoruz.
Aynen
aynen; Geocaching diye bir şey var şimdi, şehrin belirli yerlerine hediyeler
bırakıyor insanlar, isteyen de arayıp buluyor. Hediye avcıları, meseleyi
bilmeyenlere “muggle” diyorlar işte; “Çok ‘muggle’ vardı, giremedim oraya”
falan diye...
Ha-ha-ha! Güzelmiş bak
bu, böyle duymamıştım hiç.
Oradan
da oturdu kavram yani, hani ben hep şey düşünüyordum “çok öngörülü bir çeviri
tercihi olmuş hakikaten” derdim.
Ne olurdu acaba ya…
Düşünürdük, çok düşünürdük, bulurduk bir şey herhalde canım.
E
tabi böcürtü bulduktan sonra…
Ülkü de bulurdu ama
Ülkü’ye bırakması söylenmiş, bulurdu yoksa… Ülkü masalcı, şair, çevirmen…
Bulmaz olur mu? Yani bir maceraydı işte. Sevmiştik çocuğu aslında. Ben çocuktan
fazla kitapları sevmiştim, Allah biliyor ya… Aslında bir tek şeyde kızdım
çocuğa, beşinci kitapta başından başlıyor ya marazi marazi, ona bağırıyor, buna
bağırıyor…
Tam
ergen ergen hareketler…
Yani… Kutlukhan dedi ki
“Ama yani çocuk, işte annesi babası o bilmem neyken ölmüş de işte Voldemort”
falan… Pardon ama bunlar birinci kitabın hikâyeleri yani, niye beşinci kitapta
hepsini birden hatırlayıp da ergenlik durumlarıyla birlikte okuyoruz? Gördü
cezasını işte! (gülüşmeler)
Çekti
çilesini canım… Profesörlerden favoriniz kim? McGonagall’a bayılırım ben
mesela…
McGonagall? Çok iyidir
gerçekten… Çok tatlı karakterler vardı ya… Benim Hagrid, Hagrid’i çok severim.
Profesör demişken, bir site var, Sanal Hogwarts mı öyle bir şey; oradaki
çocuklar bana Profesör Okyay diyorlar mail atarken falan çok şeker…
(gülüşmeler)
Bu
sizdeki “potterhead” olma hali zorunlu bir durumdan mı çıktı ortaya yoksa
gerçekten sevdiğiniz için mi?
Ya şöyle; ben aslında
birinciyi okumadan merak edip ikinciyi almıştım, yani nedir bu furya, n’oluyor
Potter Potter ortalık yıkılıyor, diye… Okudum, hoşuma da gitti yani, güzeldi.
Sonra aldım biri de okudum İngilizce, sonra Ülkü’nün çevirisini okudum derken…
Yani aşinaydım tabii ama sevmiştim de… Gerçi daha sonra daha fazla sevdim çünkü
güzelleşir kitaplar, daha fazla sevdim ama o kadarıyla da yetmişti yani. Bir
defa fikir çok güzel, gerçi Ursula LeGuin küsmüştü ona bir parça, biliyor musun
onu sen?
Aaa?
Yok duymadım?
Ben de büyücü okulu
yaptım, Roke var ya hani, kimse bu kadar itibar etmedi, diye… Gerçi o da çok
okunan bir yazardır ve hakikaten çok iyi bir fantastik edebiyat yazarıdır ama
aynı şey değil tabi… Onlar daha bir karanlık, daha farklı çocuklardı. Bunlar
düpedüz çocuk, yani en büyük dertleri Slytherin’e seçilmek olabiliyor, ondan
sonra zaten kötü olma yoluna girerlerse giriyorlar falan… Benimsenmesinde bunun
da etkisi var sanıyorum, kendisini buldu çocuklar.
Gerçek
dünyadan kopmaması, onunla iç içe olması da etkili oldu tabii…
Aynı zamanda büyüklere de
tuhaf bir şekilde ümit verdi. Yani nasıl oldu anlamıyorum, onu tam olarak ifade
edemiyorum ama orada, böyle sanki o sihir, insanları bence baştan çıkardı.
Tabii bir de bir “looser”ı –çünkü Harry bir “loser” tanıdığımızda; köprü altı
çocuğu ya, Kemalettin Tuğcu, haydi Dickens iyi ihtimalle! Yani anne baba ölmüş,
bu yoksul kalmış, akrabalarının evine sığınmış, onu sevmiyorlar, merdiven
altında yaşıyor, kötü muamele ediyorlar, kuzeni pataklıyor arada bir, böyle
neredeyse elinin ucuna kadar gelen kazaklarını giyiyor kuzeninin falan… Yani
bundan daha korkunç ne olabilir?- Bir “looser”ı alıyor ve bir “winner”a
çeviriyor… Dolayısıyla bu, insanlara kaç yaşında olurlarsa olsunlar umut
aşılamış oluyor. Belki çocukları açısından da umut veriyordur, “büyüyünce Harry
ol yavrum” gibi… (gülüşmeler)
Tabii
canım, şeyler var; on yedi yaşına geldiğinde Hogwarts’tan mektup alacağına
inanan insanlar var ve hani bunun bir espri boyutu var, bir de ciddi ciddi
bekleyenler var, çok etkileyici olabiliyor yani… Ayrıca zamansız, dönemsiz de
bir seri Harry Potter?
Öyle öyle, hala baskı
yapıyor ve biz hala baskı parası alıyoruz mesela… (gülüşmeler) Çünkü anneler
belli bir yaşa gelene kadar okutmuyordu ya, çocuklar o yaşa gelince okumaya
başlıyorlar, yani okuyanlar bitmiyor… Ama tabi çok da sürükleyicidir; bazen ben
mesela eski bir kelimeye bakmak için açardım kitapları, ya şu kitaptaydı
herhalde diye bulurdum ama bulduktan sonra nereden başladıysam okuya okuya
sonuna kadar giderdim yani…
Ha-ha-ha!
Yakalıyordu oradan yani… Laf arasında, Harry Potter sözlüğü gibi bir şey
hazırlamayı düşünüyor musunuz?
Kendi yapacak onu,
düşünüyorum, dedi, ansiklopedi boyutunda olacak, dedi… İzin vereceğini pek
sanmıyorum yani. Ama güzel olurdu hani, hazır çevrilmiş durumda nasılsa.
Aa
onu duymamıştım, güzel fikirmiş cidden. Neyse, sürükleyici diyorduk; benim de
sabahladığım ilk kitaplardandır Harry Potter, cidden sürükleyiciydi, yani
orijinalini okumadım ama Türkçesinden bildiğim kadarıyla…
Orijinali de güzel Allah
için yani ama Türkçesi de hiç çeviri gibi olmadı tabii, esas olarak ona dikkat
etmişizdir. Karakterlere göre konuşturmaya dikkat ettik mesela, ben biraz daha
böyle Osmanlı’ya kaçıyordum -çünkü Osmanlıca daha zengin bir dil olduğu için
nüansları belirtebiliyorsun onunla- Kutlukhan bana diyordu ki “Abi sen en iyisi
Dumbledore’u konuştur, Dumbledore’da istediğin kadar kullanabilirsin!”
(gülüşmeler) Ama çocuklarda mesela bazen yazarken “Ya Ron böyle bir şey der mi?”
diyordum, demez gibi geliyorsa değiştiriyordum o zaman. Yani Ron’dan hiç
beklemeyeceğin lafları ağzına koymak doğru olmazdı…
Tabii
tabii, Viktor’u da aksanlı konuşturmuştunuz… Zengin bir dünyaydı neticede.
Harry Potter evreninden çıkınca niye başarısız peki sizce? Boş Koltuk mesela?
Başarısız değil ki! Yani
siz ona Harry Potter gibi bir şey olsun diye bakıyorsunuz ama polisiye
açısından bakarsak… Bana Agatha Christie’nin Miss. Marple’ının moderni gibi
gelmişti, oradaki gibi nüansları vardı. Ondan sonra, yine karakterlerin üstünde
inceden inceye durmuş… Yani Harry gibi bir şey beklediğiniz için hayal
kırıklığına uğradınız. Ben onu makul bir polisiye gibi düşünüyorum, daha
iyileri vardır tabii de, kötü de değil. Ama tabi Harry’nin yerini tutamaz
artık, çok zor yani herhangi bir şeyi sevdirmek…
Çıtayı
o kadar yükseğe koyunca…
Ki janrı da değiştirdi,
polisiye yaptı ama… Bence ansiklopediyi yapsın, en güzeli o.
Bence
de, illa bir şeyler yazacaksa… (gülüşmeler) Harry Potter’ın sonuna değinelim;
karanlık değildi belki ama biraz da fazla koyu gri olmamış mı? Lupin’in,
Tonk’un, Fred’in ölmesi şart mıydı yani?
Kurşuni griydi hatta ama
hayatta var bunlar, ölüyorlar işte, sevdiklerini kaybediyor, düşman sandığı bir
insanın dost olduğunu anlıyor ölümünden sonra falan, bunlar iyidir bakma yani…
İyidir
tabi de… Tamam, Snape öldü, onun ölümünü anlamlı kıldı falan ama…
Sirius ölmüş kardeşim
bana bunlardan mı söz ediyorsun ya? (gülüşmeler)
Lupin’i
de öldürdü sonda ama?
E artık o zaman ben
alışmıştım; Sirius gitti, Dumbledore gitti… Artık öbürkü de gidecekti, belliydi
yani. Belki de güçlü karakterler ölüyor şeklinde bir ders alabilirsin. Hepsi de
çok sağlam karakterlerdi kitapta çünkü… Temel karakterlerdendi.
Ama
ikizlerden birini öldürmek?
Ya ikizlerime çok üzüldüm
gerçekten, çok üzücüydü. Onu öldürmeyebilirdi bak.
Yani,
onu diyorum. Fred’in ölümüyle direkt bir ton koyulaştırmış finali, en neşeli
karakteri öldürmek…
Ama o da öyle bir savaş
ki; burada herkesin ölmesi normal yani, öyle düşünecek olursan, savaş diye
bakarsan olaya…
Bedeli
olmalıydı diye düşündü herhalde…
Fakat karanlık tarafı,
“dark side”ı çok iyi anlatmıyor muydu ya? Bence çok iyi anlatıyordu. Mesela
Bellatrix orada çok korkutucu bir karakterdir hakikaten, yani bence en kötü
karakter oydu, yani saf kötü. Çünkü Voldemort’un hiç değilse bir amacı var,
hedefi var. Bunda o da yok kardeşim, bu böyle kötülük olsun diye kötülük
yapıyor yani… Ondan sonra da gitti filmde Helena Bonham Carter’ı oynattı! Hani
kötü de bir oyuncu değil ama ben tamamen yönetmene bağlıyorum, çünkü marifetmiş
gibi bazıları “okumadık kitapları” falan dediler o zaman… Yönetmenin engel
olması gerekirdi böyle bir şeye, tımarhaneden kaçmış deli karı gibi oynadı ya
Bellatrix’i… Filmlerden o kadar kötü olduğu anlaşılmıyordu karakterin, bir deli
karı dolaşıyor ortalıkta gibiydi. (gülüşmeler)
Ama
tip olarak çok uymuştu Bonham, hayran olmuştum ben…
Tip çok uymuştu canım,
adam gibi oynasaydı çok daha iyi olurdu yani çünkü öyle farfara bir karakter
değildi, tak diye yapıyordu kötülüğünü sadece.
Tabi
tabi histerik değildi o kadar, o yönden kayıp oldu.
Ondan sonra şey vardı
mesela, kehanet hocası, Trelawney… Emma Thompson gibi bir oyuncunun bu kadar
mübalağalı oynamasını hiç beklemezdim. Tamam, kadın da tuhaf bir kadın ama öyle
de bir tuhaf değil yani…
Deli
değildi en azından doğru…
Ama en büyük hayal
kırıklığım Gary Oldman’dır! Kötü oynadığı için değil, “Altın madeni buldum
sanıyordum beni öldürdü,” dediği için, bir de kitapları okumamış… Çok ayıp
şeyler, yani oyuncu olarak ayıp canım, yoksa biz kitabı seviyoruz diye değil.
Dumbledore’un
değişmesine ne diyorsunuz?
E adam öldü ya hu?
Tamam
ama… Hani karakter de değişti; daha dinamik, daha dinç bir Dumbledore oldu.
Oynayan adam daha gençti
de ondan…
Yine
de eski Dumbledore’a yakın bir karakter çıkarabilirdi ortaya?
Ki iyi de bir oyuncudur
Michael Gambon ama çok hayal kırıklığı yarattı, orası kesin…
Öte
yandan zaten ilk Dumbledore Voldemort’la savaşamazdı, o da var.
Değil mi değil mi, işte
ondandır belki, savaşsın diye. Richard Harris’i de o yüzden öldürmüşlerdir
belki, bari gencini koyalım da savaşsın Voldemort’la diye! (gülüşmeler)
Peki,
en sevdiğiniz oyuncu seçimi? “Hah tam olmuş!” dediğiniz?
Snape abi, Snape… Yani
müthiş, bu kadar iyi bir oyuncu, bu kadar iyi bir seçim... Ve ona hiç
benzemeyen bir karakter -ki kendisi de zaten fizik olarak Snape’e benzemiyor,
Snape daha başka bir karakter ama hiç yadırgadık mı? Hiçbirimiz yadırgamadık…
Tabi Maggie Smith de yani, McGonagall.
McGonagall
kitaptan bile iyi canlandırdı bence, yukarı taşıyan o oldu karakteri…
Evet evet, öne çıkardı…
Harris tabi, Dumbledore olarak, Hagrid’i de ben çok seviyordum, Robbie
Coltrane…
Draco
Malfoy’u da ben pek başarılı bulmuştum, Tom Felton…
O da çok iyi bir çocuktu
değil mi, sonradan böyle bir şey oldu…
Değişti
sonradan, bozuldu biraz…
Büyüdü sadece canım,
bozuldu demeyelim (gülüşmeler) Mesela Ron, sonuna kadar aynı kalarak
büyümüştür. Harry de aşağı yukarı öyle. Bir Hermione değişti, çünkü kız daha
büyüdü, güzelleşti, yapacak bir şey yok.
Aa
hele Neville Longbottom! Gerçek değişim odur bence
O harikaydı ama değil mi?
Gerçek değişim odur hakikaten... Büyüdü ve daha hoş oldu. O durum da böyle,
hayalleri daha bir körükleyen, tırmalayan bir şey oldu değil mi?
“Herkes
için ümit vardır” mesajını verdi resmen (gülüşmeler)
Aynen herkes için ümit
vardır mesajı… Belki de nedeni budur, büyük küçük herkes tarafından
sevilmesinin nedeni; herkes için ümit vardır sloganıyla ortaya çıkıyor çünkü…
Evet
evet, hiç böyle ümitsiz vaka yok. Bellatrix’e bile iyilik aşılamaya
çalışıyorlar kitaplarda; Sirius’la akrabalığı…
Ablası biraz daha makul
bir insan mesela… Onun da kocasıyla kardeşinin arasında kalma gibi bir
talihsizliği vardı. Bak şeyi çok severim; hani başlangıçlarda bir Nagini’nin
gelmesi vardır, bir de Snape’in iki kardeşle buluşması…
Tarlada
koştuğu sahne, evet…
Bunlar çok güzel
başlangıçlardı. Tabi sinemada sen ne kadar beğenmesen de yapım tasarımı
harikaydı ve her şey gözünün önüne geliyor. Ben hep onu diyorum; böyle dönen
merdivenler, Hogwarts falan, okumak başka gözünün önünde görmek bambaşka bir
şey yani… Quidditch sahneleri mesela…
Evet
evet, Quidditch sahneleri-
(aynı
anda) kitaplardan çok daha iyiydi mesela! (gülüşmeler)
Kitapta gözünün önünde
canlandıramıyorsun doğru düzgün. Kutlukhan bana diyor ki “Bunun nesini
anlamıyorsun ya baskete benziyor.” Neresi baskete benziyor be?! Ben yıllarca
basket oynadım hiç böyle bir şey yok. Ben de bir kere şey yok, hani üç boyutlu
düşünme derler ya, o yok. Yani havada uçarak nasıl basket oynuyorsun, uçan
basket mi? Ama tam değil yani, basket de değil…
Değil
değil… Şimdi oynamaya başladılar biliyorsunuz, İngiltere’de başladı ilk…
Quidditch’i? Uçuyorlar
mı? (gülüşmeler)
Yok
yok, süpürgeyle zıplıyorlar…
Ha-ha-ha…
Valla,
bayağı şampiyonası falan var, hatta Türkiye’de de ufak tefek toplanmaya
başladılar yavaş yavaş…
Vay canına bak bunu
bilmiyordum işte görüyor musun, demek insan her zaman bir şey öğrenebiliyor,
çok güzel.
Hayranlık
meselesi dur durak bilmiyor yani...
Tabii, o dönemler
çocukların hepsi gözlük takmaya başlamıştı, yatılı okullar adam almıyordu, yani
normal yatılı okullar… Gerçi bir kısmı gittikten sonra çok bozulmuşlar “Bu ne
be, böyle bir şey miymiş yatılı okul,” diye… Bak aklıma geldi; Şahgaga nasıldı
ama? Bir tane Şahgaga’m olsun isterdim mesela…
Ben
de baykuş istiyorum, gerçek de olabilecek bir şey ya hani. Uzun vadede niyetim
de var açıkçası, hani yaban hayatında tutunamayacak bir baykuşu evlat edinmek
gibi… Benim de aklıma Dobby geldi şimdi; herkes çok üzülür ona ama hep
unutulur, o kadar konuştuk hiç aklımıza gelmedi mesela…
Aa nasıl gelmez; tam bir
özgürlüğüne kavuşmuş köle figürü o. Çorap meselesi vardı onun değil mi?
“Efendi
bana çorap verdi” (gülüşmeler) O mesela hiç filmlerde yansıtılmadı,
Hermione’nin ev cinlerini özgürleştirme hareketi falan…
Hiç bahsetmediler evet, Amerikalıların
kendileri de bu işi daha beceremedikleri için tam olarak… (gülüşmeler) Devlet
gibi şirketler kardeşim, sansürlemiş olabilirler yani…
Aa
aklıma gelmişken; filmlerin çevirilerinde rol aldınız mı?
Yo hayır. Teklif de ettik
oysa… Yalnız çok korkunçtu gerçekten. Ben ilkini gördüm, özel gösterimdeydi,
Kutlukhan’a da seyrettirmedim, arka sırada oturuyordu… “Abi önüne bak, oku”
diyor, ben olmaz deyince de “Ya dinle o zaman dinle!” diye… (gülüşmeler) Ülkü’nün de ailesinden biri mi rahatsızdı,
bir durum vardı, “Çeviremem ama yollayın düzelteyim,” demiş, yollamamışlar.
İkinci film de öyleydi, üçüncüden sonra kitaplara bakmaya başlamışlar. Onu
diyordum ben de, “Tamam kardeşim ya, bize yaptırmak zorunda değilsiniz de Allah
rızası için kitapları okuyun yani.”
Dublajları
da çok kötüydü…
Evet evet, Yüzüklerin
Efendisi’nin dublajı çok iyidir halbuki… Ama ben her zaman orijinal
seslendirmeyi tercih ederim yani, çünkü oyuncuları seçerken sese de dikkat
ederler ya…
Öyle
tabi de Gandalf’ın “You shall not pass!” sahnesi olmuştu yani, rahmetli İstemi
Betil seslendirmişti.
Yüzükler mesela iyi bir
uyarlama, olabileceği kadar iyiydi…
Yani,
Hobbit kadar rezalet olmadığı kesin.
Ama Hobbit’i uzattığı
için rezil etti…
Ya
Yüzükler’e de ekleme çıkarma yaptı ama bağlı kaldı bir şeylere… Hobbit’te
uydurdu yani resmen. Cüceyle elf’in aşkı n’alaka yani?
E şu kadarcık kitap
Hobbit, bir tane Yüzüklerin Efendisi filmi zor çıkar. Yoksa kitabın kendisi
zayıf olduğu için değil yani, ben Hobbit’i her zaman daha çok severdim çünkü
çok saf, çok güzel bir kitaptır… Ama o baştaki Shire sahnesi herhalde herkesi
yakalamıştır diye düşünüyorum, çok güzeldi çünkü... Tam Tolkien’ın da hayaliydi
yani, hani İngiltere’nin sanayileşmesine çok karşıydı ya, onun çocukluğunun
İngiltere’si tam… O çok güzeldi ama zaten onu da çok fazla görmüyoruz. Bir de
en büyük şansı Martin Freeman, yani onu da Sherlock Holmes’dan seviyoruz ama
çok güzeldi… Hatta sonra Cumberbatch’in de ejderhayı seslendirmesi çok hoştu,
tuhaf bir şekilde bir araya gelmişlerdi yeniden…
İlk
film yine güzeldi bence, ondan sonra mahvetti…
Aynen, bari iki film
olsaymış… Mesela bak ben LeGuin’in niçin doğru düzgün bir sinema uyarlaması
yapılmıyor çok merak ediyorum...
Yerdeniz’i
denediler ama beceremediler…
Evet evet, biliyorum onu.
Ama o korkunçtu ya, yani başka hiçbir karşılığı yok, çok korkunçtu… Miyazaki’nin
oğlu bir animasyon uyarlama yaptı, o daha iyiydi, makuldü yani,
seyredilebiliyordu en azından…
Evet
daha iyiydi ama LeGuin onu da beğenmediğini söylemişti.
Beğenmez tabi, onlar da
iyice lay lay lom yaptı, çocuk filmi gibi… Ama Ged hakikaten benim fantazyadaki
en büyük karakterlerimden biridir…
Niye
beceremiyorlar acaba sinema işini?
Hayal güçleri yok bence…
Yani sadece film yapmakla, bunu buradan alıp oraya aktarmakla, para kazanmakla
ilgileniyorlar… Hâlbuki düzgün yapsalar para da kazanabilirler yani…
Peki,
biz burada niye bu kadar geriden takip ediyoruz fantazyayı? Yani Yüzüklerin
Efendisi’nin çevirisi bile 90’larda yapılıyor, o da çevirmeninin ısrarıyla
yani…
Bir kere bizde öyle net
bir mitoloji yok. Tamam, Anadolu efsaneleri var ama onların da genel kabul
edilmiş bir hali yok; kimisi bölgesel, yerel, başka başka anlatımlar var.
Zenginlik konusunda da sıkıntılı biraz… İslam fantazyası var biliyorsun, çok
yükselen; onların yazarlarından bir tanesi diyor ki “Ben burada olan konulara
dayanıyorum, mesela bir Türk’e evinde trol var girme desen umrunda bile olmaz,
cin var desen korkar girmez” diyor. Bunu bu şekilde kullananlar var, yapıyorlar
yani, çok da satanları var… Ama durumun kötü olduğunu düşünmüyorum ben,
özellikle geç başladığımızı düşünürsen. Barış Müstecaplıoğlu mesela başından
beri okuduğum için gözümüzün önünde olgun bir yazar haline gelişine tanık
olduk, Barış iyi bir fantazya yazarı ve daha da var başka isimler... Tam
olmamış olsa da çok iyi hasletleri olan adamlar var mesela Erbuğ Kaya çok güzel
karakter yaratır, FRP’ci çünkü, takır takır yaratıyor, biraz daha onları
derinlemesine götürdüğü zaman çok iyi bir yazar olacak… Hamit Çağlar Özdağ var,
Anadolu efsanelerinden yola çıkmasa da onların dilini kullanıyor, o da bana çok
hoş geliyor yani… Doğu Yücel iyi bir yazardır mesela. Ondan sonra- yani o kadar
çok iyi genç yazar var ki bazılarının isimlerini bilemiyorum tabii… Bir de şey
var mesela, fantastik edebiyatla bir ilgisi olmadığı halde yazanlar; Murathan
Mungan mesela, Şairin Romanı harikulade bir kitaptır yani sahiden… FABİSAD’ın
roman ödülünü aldı onunla…
Fantastik
yazılmıyor değil de, janr olarak pek kabul görmüyor ülkede?
Ya tabi yavaş yavaş
olacak şeyler bunlar, affedersin de orada da beş yüz yıldır yazılıyormuş da
anca bunlar çıkmış yani, daha dur bakalım… Ben yavaş yavaş iyice oturacağına
inanıyorum; yani mesela bu yıl hemen hemen hepsine fuarda imza günü yapıldı,
çok ilgi topladılar, hepsinin hayranları var, çok hoşuma gidiyor bu durum.
Yiğit Değer Bengi var mesela, Altay Öktem var, Gülşah Elikbank var… FABİSAD’ın
buradaki fantastik edebiyat için bir meşale gibi olduğunu düşünüyorum çünkü biz
gittiğimiz her yerde şunu görüyoruz; önce öğretmenler, sonra aileler, hani
saçma sapan şeylerle uğraşma gibi bir duruş koyuyorlar. Harry Potter’a satanist
denen bir dünyada yaşadığımız için başka taraflara çekenler de var, o yüzden
yasaklanmasını istemişlerdi hatta… Yani böyle çok karşı çıkan insanların
yanında mahcup oluyorlardı ilgilenmeleriyle bile, yazmalarıyla hayli hayli… Ama
şimdi buna böyle önem verildiğini gördükçe biraz daha yerleşiyor. Daha iyi
olacağına inanıyorum açıkçası, eskiden böyle bir hareketlilik de yoktu. En çok
hoşuma giden de; FABİSAD öykü yarışmasına birisi katıldı, Antalya’dan, İlyas
Engiz Bey, 77 yaşında, birinci oldu… Bundan daha güzel bir şey olabilir mi ya?!
Yani çok faal bir dernek, sponsor da bulabilsek daha iyi olacak, bunu da
söylemiş olayım da belki birinin kulağına gider yani… Velhasıl buradaki durumu
iyiye gidiyor görüyorum, zamanla daha da iyi olacak.
Fantazyanın
olduğu yerde umut bitmez diyelim o halde…
Ne güldüm... Daha önce çevirmenlerine, çok sevgili Harry Potter'ın o kadar dikkat etmemiştim, çok güzel olmuş bu söyleşi. O ansiklopedi de olsun, hatta biz direkt Türkler olarak baskı yapalım Rowling'e (çok ağırlımız var ya sanki), bir şekilde gerçekleşsin o olay. Hem İngilizcesi hem Türkçesi olsun tadından yenmesin. En çok bana yarar herhalde, bazen terimlerin Türkçeleri kayboluyor zihnimde, "nargle" neydi hala hatırlayamıyorum mesela... Elinize sağlık.
ReplyDeleteCursed Child'dan sonra "artık Harry Potter yazmayacağım" diye açıklama yaptı Rowling ama bu açıklamayı mütemadiyen yapıyor zaten, dolayısıyla umut kesilmez :) "Hımhım" olarak çevrilmişti "nargle" :)
DeleteNe güzel söyleşi olmuş ya, çok hoşuma gitti. Bu arada, "muggle'ı nasıl çevirirdik" konusu geçmiş ya, Dost Yayınları'nın bastığı ilk kitapta Mustafa Bayındır "içdaraltan" olarak çevirmişti, Yapı Kredi böyle kullanmadı diye hâlâ üzülürüm. :)
ReplyDeleteHahaha çok şahane bir çeviriymiş hakikaten, tam olarak kelimenin karşılığını veriyor :) Böylece neden çevrilmediğini de öğrenmiş olduk bu arada tabi...
Deletene kadar güzel bir söyleşi olmuş. emeğinize sağlık.
ReplyDeletebenim de seride en sevdiğim karakterler sirius ve lupin'di. ikisinin de ölümüne çok üzülmüştüm. sevin hanım'la bu konuda aynı fikirde olmamıza sevindim.
Pek çok Potterhead gibi düşünüyor Okyay çoğu konuda, o yüzden daha da keyifli oldu kendisiyle söyleşi yapmak :) Yorumunuz için ben teşekkür ederim.
DeleteKitap bloğuma sizi de bekliyorum :) elifinkutuphanesi.blogspot.com.tr
ReplyDeletehttps://tutsakkelebek.wixsite.com/tutsakelebek
ReplyDeleteNice website.
ReplyDeleteI folowing you now, follow me back please.
Have a nice day.
SimonetaBlog
Bu yazı için teşekkür ederim harika paylaşım yapmışsınız sıkılmadan okudum. Benim tavsiyelerime göz atmak istermisin.
ReplyDeleteHello, you have a great blog. I'm waiting for my blog
Hz Adem Cenneten Neden Kovuldu
Tek nefeste Okunan Kitaplar
Karşılıklı Blog destekleri
This comment has been removed by the author.
ReplyDeleteHarika bir söyleşi! Bayıldım !! Teşekkürler.
ReplyDeleteEmeğinize Sağlık ! Teşekkürler
ReplyDeletebayıldımmm
ReplyDeletehttps://fosyoloji.blogspot.com/2019/02/cunku-biraz-seyiz.html
Harika olmuş, ne zaman izlesem ya da denk gelsem hayal gücümü harekete geçirip canlandırmaya yetiyor...
ReplyDeleteYeni açtığım blog sayfama seni de bekliyorum, öneri ve yorumların için şimdiden teşekkürler. :)
Selamlar blogunuzu takipteyim sizde blogumu takip edip son yazıma yorum yazarsanız çok ama çok mutlu olurum :)
ReplyDeleteSirius çok sağlam bir karakter.
ReplyDeleteReklamlar
http://karyadanyazilar.com