Sevin Okyay Söyleşisi

Efendim bilen bilir, geçtiğimiz aylarda edebiyat dünyasına veda eden Yalnızlar Mektebi isimli dergimizin Nisan-Mayıs 2015 tarihli 12. sayısında fantastik edebiyat temasını işlemiştik. O zamanlar popüler kültür ürünlerini "edebiyat" diye yutturabileceğini keşfeden uyanıklar bu kadar çoğalmamış, Instagram'da kitap, dergi fotoğrafı paylaşan herkese "okur" demek adet olmamıştı. Neyse.

İşte o sayıda, bir gençlik hayalimi gerçekleştirme imkanı bulmuştum: Yıllarca çok severek okuduğum, ortaokul sıralarında elimizde resim fırçaları ile büyücülük oynamamıza neden olan Harry Potter serisinin çevirmeni Sevin Okyay'la kitaplar ve kitapların -sözlük anlamıyla- büyülü dünyası hakkında konuşabilmek!

Kendisi şu sıralar bu büyülü dünyanın son eseri Harry Potter and the Cursed Child'ın çevirisini yapar, bir de üstüne Fantastik Yaratıklar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? filminin vizyona girmesine yaklaşık üç ay kalmışken bu keyifli söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim.

Kendisiyle tanışmamış olanlar için belirteyim; evet, tam da tahmin ettiğiniz üzere son derece hoşsohbet bir insan Okyay. Ayrıca evet, Harry Potter'ı bir "iş" olarak değil, gayet severek çevirmiş. Hemen hemen her potterhead gibi o da filmlerden memnun değilmiş...

İyisi mi siz söyleşiyi okuyun. Söyleşimizin seriyi okumamış olanlar için sürpriz-bozan içerdiğini belirtir, iyi okumalar dilerim!

Size pek sorulmayan bir soruyla başlamak istiyorum: Harry Potter’dan sıkıldınız mı? Hani oyuncularda rol üstüme yapışıp kalmasın kaygısı vardır, öyle bir şey oldu mu?

Valla ben bunca yıldır çeşitli alanlarda yazı yazar ve çalışırım, kimse adımı bilmiyordu açıkçası. Şimdi hiç değilse çocuklar biliyor, böyle diyelim. Yapmış olmaktan memnunum; kolay da değildi üstelik…

Hoşnutsunuz yani? Ben şahsen sıkılmışsınızdır artık diye düşünmüştüm, Sevin Okyay eşittir Harry Potter durumundan…

Hiç lanse etmemekten iyi olduğuna karar verdim, önceleri öyleydi doğrusu. Çünkü çocuklar geliyordu, kızlar özellikle, onlar biraz daha bilmiş oldukları için, “Sen başka şeyler de yazıyor musun?” diyorlardı. Ben de “E şey işte kem küm” diyordum, ne diyeyim yani; sinema yazarım, caz yazarım, spor yazarım… “Eeh defol git şuradan!” diyecek yani (gülüşmeler)

İşte o durumda mesela “Ben sadece Harry Potter değilim!” gibi bir hissiyat oluştu mu?

Valla kim nasıl tanıyorsa öyle tanısın, zaten başa çıkamazsın, olmuş bitmiş neticede, işi aldığın anda bitmiş. Belki Ülkü’yle (Tamer) baştan planlandığı gibi, bir Ülkü bir ben yaparak gitseydik o zaman bir kişinin üzerinde fazla durulmazdı. Zaten ikinci kitabı ben yaptım ama çok sıkışık takvimleri olduğu için bitiremedim ve Kutlukhan’dan rica ettim üçte birini yapar mısın diye. Son üçte birini Kutlukhan yaptı, adı olmasa da o kitapta da vardır yani çevirisi, ondan sonra Ülkü üçüncüyü yetiştiremedi, biz dördü yapıyorduk o sırada, döndük üçü yaptık, ondan sonra da sonuna kadar biz yaptık.

O sıkışık takvim durumları nasıldı, o zaman da mı gına gelmedi?

Şöyle ki; Rowling önceleri daha sık yazıyordu, sonraları, evlendikten sonra daha seyrek yazmaya başladı. Biliyorsun yaklaşık iki yılda bir falan çıktı son kitaplar, çeviriyi de iki ayda bitirdikten sonra sıkışıklık kalmıyordu o yüzden öyle bir sıkılma olmadı yani…

İlk kitabı Ülkü Tamer’in çevirmesi nasıl etkiledi peki? Yani terminoloji açısından…

E tabii, orada ne deniyorsa hepsine bağlı kaldık mecburen ama orada denenler sadece Ülkü’nün seçimleri de değil; Warner Bros. müdahale ediyordu -yani bize geldiğinde… Çünkü bir Ankara’da çıkardılar biliyorsun, Dost çıkardı, olmadı, satmadı… Biraz geç aldı yani Yapı Kredi Yayınları; ben mesela ikinci kitabı okuyup bitirmiştim, neredeyse üçüncü kitap yayımlandığında birincisi Türkçe’ye çevrilmeye başlandı yani. O sırada da Warner Bros’un durumu belli olmuştu… Onlar her şeye müdahale ederler zaten, bunda da etmişler birkaç şeye. Mesela muggle onların ısrarıyla olan bir şey; yani muggle denmesi, çevrilmemesi… Hepsine onların bağlı kaldık. Beni en çok üzen de şeydir yani; “asa” olması “sihirli değnek”lerin. Çünkü onlar sihirli değnek! Asa dediğin şu işte (bastonunu gösteriyor) bunun daha büyüğü, Musa’nın kullandığı cinsten olan…

Gandalf’ın kullandığı gibi…

Evet, evet. Ama herkes alıştı işte, iyi yani, ne olabilir ki? Ülkü çok iyi bir çevirmendir, dolayısıyla… Yani zaten şöyle bir fark oluyor: Şimdi mesela birinci kitabı alıp dördüncüyle yan yana okusan bizim ne kadar karanlık, ölümle, kötü büyücülerle uğraşan alçaklar olduğumuzu düşünürsün çünkü Ülkü’nün çevirisinde daha günlük güneşlik bir hava vardır…

Ama Harry Potter’ın gidişatı da o yönde değil mi? Okur kitlesiyle gelişen, değişen bir seri; okur kitlesi büyüdükçe meseleleri de ciddileşiyor…

Tabi tabi, gittikçe alışıyor; ölüme de zaman içinde alışıyor. Kitaptaki çocuklar büyüdükçe de kararıyor biraz. Yani kararıyor derken şunu kastediyorum; hayat nasılsa, bir fantazya aleminden hayatın gerçeklerine bakıyor.

O konuya gelmişken; Potter genellikle derinlikten yoksun olmakla itham ediliyor…

Ne mesela? Bana derinliği olan bir fantazya söyle?

İşte Yüzüklerin Efendisi’ndeki yol macerası, iyi ile kötünün arasındaki farklar…

O da derin bir mesaj değil ki kardeşim, düpedüz iyiyle kötünün çatışması! Yüzükler’deki mesele dil ustalığı… Yazma açısından değil de –Rowling de çok iyi bir yazar- dil ustalığı, yani bulduğu diller, o kitabın arkasındaki ekler mesela, başlı başına bir hazinedir… Tabii o bakımdan daima üstün çıkar hepsine ama bilmiyorum ya, ben bir derinlik yoksunluğu olduğunu düşünmüyorum çünkü çok gerçekçi bir şekilde, bir insanın evrimini görüyorsun, büyümesini, gelişmesini, hepsinin yani hepsinin ama özellikle Harry’nin... Bir de karakterlerin derinine inmiştir hep, yani öyle yüzeyde kalmış karakterler değildir hiçbiri. Bence en iyi örneği Snape’dir mesela, onun muhteşem bir karakter olduğunu düşünüyorum. Bir insanın seçimlerinin, iyiyi ya da kötüyü seçmesinin, kendi şahsi duygularının değerlendirmelerinin de üstünde bir değerlendirme görerek öbür tarafa, sevmediği insanların tarafına –Dumbledore hariç- geçmeye karar verebilmesi… Bir de sevgi yani, çok sevgi vardır kitapta ve en büyüğü de Snape’in aşkıdır diye düşünüyorum. Ben yüzeysel olduğunu düşünmüyorum açıkçası.

Hep çok sert eleştiri alır o yönden, özellikle koyu Tolkien hayranları tarafından…

Ama baksana yani buradaki arkadaşlık örnekleri orada yok mesela… Yani bizim çocuklardan da ziyade bir önceki nesli kastediyorum; Sirius, Lupin, James Potter, sonradan hain çıkan Pettigrew… Lupin de en sevdiğim ikinci karakterdir… Birincisi Sirius tabi; Sirius ölünce beşincide –gerçi bir ümidim vardı, hani perdenin arkasından fısıltılar geliyordu ya, bir yerde getirir diye düşünüyordum- öldükten sonra işte, “Ben mail atacağım!” diye tutturdum kadına… Hani “Doğru dürüst iki karakterim vardı, birini öldürdün, ötekini de öldüreceksen söyle de ben bu kitabı çevirmeyeyim!” diye. Kutlukhan da “Sana ne ulan,” dedi, “kadının keyfi değil mi, kendi kitabı… İster öldürür ister yaşatır,” dedi. Ben de dedim ki: “O zaman mutfağa gidip de kocasına ağlamasın ‘Ah Sirius öldü, Sirius öldü!’ diye” dedim. (gülüşmeler)

Ama hep söyler onu; Sirius’u öldürdüğüme çok pişmanım der yani…

Diriltsin kardeşim, diriltsin, fantazya bu! Öyle sesler varsa, fısıltılar varsa, ruhtur, geri döner yani... Şeyde de böyle olmuştu; Zaman Çarkı’nda da Moiraine vardı ya, Aes Sedai’lerden, o öldü. Fakat arkadaki eklerde “presumed to be dead” (öldüğü varsayılıyor) diyor. Şimdi buyur yani! Varsayıyorsa, yoksa, acaba!? Buraya gelmişti Robert Jordan, karısıyla birlikte, ona sordum: “Moiraine geri gelecek mi?” dedim, “Ben bu kitapta her öleni geri getirecek olsam 35 ciltte tamamlanmaz,” dedi bana. Biz de hepsini istemiyoruz ki kardeşim, sadece onu istiyoruz… (gülüşmeler)

Karakterlere bağlılığınızı az buçuk biliyorum. Sinema için ne düşünüyorsunuz, sinemadaki karakterlerin aktarımı için?

Genelde sevmiyorum. Çünkü tabi ki karakterler aynı derecede derin ve baskın olamıyor, yani o kadar çok olay var ki… Onları da zaten iki saate sığdıracaklar, belki değil bile… Bir de şey var tabii; filmlerin yönetmenleri değişip durdu ya, her çeken, benden sonrası tufan, demiş. Yani herkes bir sonrakine bırakmış, yapabildiğini yapmış, o uğraşsın demiş, kapatmış gitmiş. Böyle bir şey yok. İlk ikisi çok çocuk filmi gibidir çünkü gerçekten Chris Columbus küçük çocukların korkmasından çekiniyor, onun için böyle lay lay lom yapmıştı ama pardon da o yılan orada dolaştıktan sonra yetişkin korkar be! Zaten korku var hikâyede, kastedilen meselelerden birisi yani ama ikinci kitapta o kadar değil, çocuklar küçük daha…

Filmdeki yılan sahnesi o haliyle bile bayağı tartışılmıştı zaten, hatta Amerika’da yasaklandı falan…

Yani… Üçüncü kitapla filmler de toparlanmaya başladı ama son üç film iyidir gerçekten. Hatta son filmden bir önceki –son zaten artık “grand finale”, büyük savaşlar, olaylar falan- ama son kitabın ilk filmi basbayağı sanat filmi gibiydi. Hani karakterlerin kendilerini dağa bayıra vurdukları… Karakterler çok değişmişti, karakter çatışmaları görebiliyorduk. Tabi artık yeniyetmelikten de çıkmışlar, genç olmanın arifesindeler…

Oyunculukları bile gelişmişti, ilerlemişti.

E tabii, artık alıştılar o kadar zaman oynaya oynaya… Zaten Emma Watson yetenekli bir oyuncuydu çok, bir de maalesef güzel oldu sonradan. (gülüşmeler) Zaten güzelce, ince bir kızdı ama büyüdükçe bütün bütün güzel oldu. Herkes böyle bir “Bu Hermione çirkin değil miydi ya, n’oldu böyle?” falan diye dolaşmaya başladı.

Kitapta da güzelleşmiyor esasen, bir tek baloda etkiliyordu bizim oğlanları Viktor Krum’la çıkarken falan.

Evet evet, çok şaşırıyorlardı hatta; “Vay canına bu kızmış,” gibi bir durum hâsıl oluyordu.

İlişki mevzularına ne diyorsunuz? Hani başlarda herkes Harry ile Hermione mi olacak derken Ron’la Hermione oluyor falan…

Valla ben ikisine de yakıştırmamıştım zaten, daha aklı başında birini bulur diye ümit ediyordum ama Ron da komik oldu yani.

Eh sempatik oldu en azından ama Viktor Krum daha iyiydi bence de…

Son birkaç sayfadan da anladığımıza göre birbirlerini de gırtlaklamamışlar hem.

Bence Ginny çok zorlama durdu hikâyede, Ginny Weasley’i Harry’e yapmaları?

Evet, yani, artık bunu da birine yapalım da açıkta kalmasın diye düşündüler herhalde çünkü herkes sahiden de Hermione’yle birlikte olmalarını bekliyordu… Luna’ya yapsalardı bari neşeli olurdu, eğlenirdik hep birlikte diye de düşünüyorum…

Aynen, Luna’yı da harcadılar, çok başarılı bir karakterdi, kullanılmadı hiç yeterince…

Çok tatlı bir karakterdi, çok hoş ama sonlara doğru girdi zaten… Babası da çok hoştu, bunun bir de deli babası var ya hani kızın deli olmasını açıklayan...

Ah ah! Hele filmde iyice ziyan ettiler onu mesela, çok karanlık bir atmosfere soktular.

Öyle işte… Filmlerden hoşnut değiliz pek.

Ben bir Ozan Beedle’ın hikâyesini anlattıkları sahneyi çok sevmiştim.

Aa evet, çok güzeldi. O kitap da çok güzeldi, belki onu film yaparlar dedim ama ilgilenmediler.

“Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunular?”ı film yapıyorlar şimdi.

Bakalım ne yazacak orda çok merak ediyorum…

Ben de çok merak ediyorum üç filmlik ne çıkaracak o kitaptan…

O iki kitabı da yine ikimiz Kutlukhan’la beraber çevirdik ama esas olarak Fantastik Canavarlar benimdi -her ne kadar neredeyse yüzde doksanının adını Kutlukhan bulsa da, yani daha önceden olmayanları- Quidditch Tarihi de onundu... Çünkü kitapta aşağı yukarı bütün Quidditch maçı olan kısımları o çevirmişti, şiirleri de genellikle ben… Bir iki tanesinde “Bunu ben yapayım istersen,” dediydi, o orman sahnesi vardır ya giderler hep birlikte…

Evet evet, Quidditch dünya kupasında.

Hah, karanlık bir sahnedir, orayı o yapmıştı. Dumbledore’la mağaraya girdikleri sahneyi de ben yapamam dedim; bir kere ne yaptıklarını anlamıyorum! Yani anlamadığım şu; nereden ne gibi bir tekneye biniyorlar da ne yapıyorlar? Ben böyle şeyleri kafama taktım mı takarım yani, biliyor o da, tamam sen bırak ben yapayım en iyisi, dedi. Bir de Sirius’un öldüğü sahneyi de özellikle ben aldım, dedim madem ölecek, benim elimde ölsün bari… O zamanlar ben bir karakterin öleceğini duymuştum dışarıda, editörümüze dedim ki bilmek istemiyorum kim olduğunu kitabı okuyana kadar… O da bilmiyorum mu anlamış, bir şey olmuş, aradı bir gün, “Sirius,” dedi. “Ne Sirius?” dedim, “Ölen,” dedi “Sirius”. “Nee! Ben nasıl çevireceğim şimdi orayı” diye nasıl yakınıyorum… (gülüşmeler)

Çevirirken öğrenmeniz daha sert olurmuş ama… En azından bile bile gitmişsiniz.

Belki de tabi… İşte o sırada mail atmaya karar verdim, Kutlukhan da azarladı beni, ondan sonra yavaş yavaş alıştık... Ama kitabı okuyunca da perde arkasındaki fısıltılar falan… Umuda kapılıyor insan…

Değil mi? Hayalet olarak gelecek mi durumu oldu bir ara falan…

Aynen aynen… Bir bunu belki yapar dedim son ciltte, bir de o hani tek mantık hatası var ya asanın ucundan çıkanların sırası, Voldemort’un öldürdüklerinin, yanlış sırada çıkarlar ya, onu bir şekilde telafi eder dedim ama delikanlılık etti dönmedi sözünden… Kabul etmiştir söyleşilerde zaten onu. Tek mantık hatası oydu çünkü Rowling’de eskilerin “fikri takip” dediği şey var; yani bir karakteri nasıl yaptıysa, bir meseleyi nasıl ortaya koyduysa sonuna kadar öyle götürür. Bu konuda çok özenliydi yani…

Ve hikâyenin bütününde de; işte Snape’in aşkı, Petigrew’ın ihaneti falan, hep bütün yedi kitabı birbirine bağlayan öğeler olarak, devamlılığı olan meseleler olarak çıkar ortaya…

Öyle öyle… Öte yandan çok fazla konuya değinir; çeşit çeşit dostluklar var, ihanet var, sevginin çok üstünde durur, ölümün, ölümün ciddiyetinin üstünde durur… Yani bence hayatla ilgili birçok şeyi çok ciddiye alıyor ve hep üstünde durarak işliyor, yani pat diye yazıp geçmiyor, “Onu da ejderha öldürdü,” deyip gitmiyor…

O derinlikten yoksunluk meselesi biraz da popülaritesiyle ilgili herhalde; çok popüler olunca bir cephe oluşturma ihtiyacı, savunma yapma ihtiyacı duyuluyor genelde…

Çok popüler olduğu için, bir de herkes çocuk kitabı olarak değerlendirdiği için…

Evet, öyle bir sıkıntı var maalesef, burada da (kitabevi) demin onun tartışmasını yaşadık; yine çocuk kitapları arasında da… Yani değil, çocuk kitabı değil Harry Potter!

Değil tabi, üçte bir okuyucusu yetişkinlerdi ya hu… Gazetelerin içlerinde okuyorlardı, ben görüyordum vapurda falan. Ondan sonra Allah’tan “adult version” bastılar da aşk romanı gibi kapakları olan, öylece ellerinde dolaştırma imkânı elde ettiler yani…

Rowling’in hikâyeyi süründürmemiş olmasını da hep takdir etmişimdir; şu anda hala yazıyor olabilirdi Harry Potter dünyası hakkında bir şeyler…

Tabii canım, o son kitabın son bölümü bence hakikaten yiğitliğin bir numaralı örneği… Yani beş tane daha şato alırdı!

Alırdı valla, almamış olması enteresan hakikaten…

Ama o Warner Bros.’a karşı da kitapların lehine çok mücadele etti, hatta bir mailinde “Merak etmeyin, ringde sizin köşenizdeyim, savaşıyorum!” demişti ama bir sürü şeyi kurtaramadı tabi… O Fantastik Canavarlar zamanı, çeviriyoruz işte, önce yaratıkların isimlerini çevirdik, kitapta olanları aldık sonra oturduk düşündük Kutlukhan’la –ben tembellik etmişimdir tabii, nasılsa Kutlukhan güzel şeyler buluyor diye- ondan sonra yaptık, alfabetik sıraya koyduk Türkçe gönderdik. Olmaz, demişler, hepsi İngilizce kalsın yaratıkların. Ne demek hepsi İngilizce kalsın? Ulan bunca kitaptır ejderha dediğimiz şeye “dragon” mu diyeceğiz yani şimdi? Öyle bir şey olabilir mi? Çok kavga ettik ama en sonunda sadece İngilizce sıralamalarına göre konmak şartıyla kabul ettirdik. Bir de yani ben “muggle”ı anlamıyorum. “Niye ‘muggle’ bıraktınız?” diye sorduk. Oyuncak bebekler yapıyorlar ya bunlar, “merchandise” vaziyeti yani, onun için “muggle” kalsın istiyorlarmış. Pardon da “muggle” bebeği nasıl bir şey olacak bunu anlayamıyorum yani… Hepsinin bebeği olabilir ama “muggle” insan be?! Nasıl bir “muggle” bebeği yapacaksın?

Ama onun şöyle bir avantajı oldu; bir kavram olarak dile geçti artık. Hani dizilerde falan rastladığımızda anlayabiliyoruz neye gönderme yaptıklarını...

E tabii, “muggle”ı insanlara hakaret için de kullanıyoruz; “Abi ‘muggle’sın yaa!” falan diyoruz. 

Aynen aynen; Geocaching diye bir şey var şimdi, şehrin belirli yerlerine hediyeler bırakıyor insanlar, isteyen de arayıp buluyor. Hediye avcıları, meseleyi bilmeyenlere “muggle” diyorlar işte; “Çok ‘muggle’ vardı, giremedim oraya” falan diye...

Ha-ha-ha! Güzelmiş bak bu, böyle duymamıştım hiç.

Oradan da oturdu kavram yani, hani ben hep şey düşünüyordum “çok öngörülü bir çeviri tercihi olmuş hakikaten” derdim.

Ne olurdu acaba ya… Düşünürdük, çok düşünürdük, bulurduk bir şey herhalde canım.

E tabi böcürtü bulduktan sonra…

Ülkü de bulurdu ama Ülkü’ye bırakması söylenmiş, bulurdu yoksa… Ülkü masalcı, şair, çevirmen… Bulmaz olur mu? Yani bir maceraydı işte. Sevmiştik çocuğu aslında. Ben çocuktan fazla kitapları sevmiştim, Allah biliyor ya… Aslında bir tek şeyde kızdım çocuğa, beşinci kitapta başından başlıyor ya marazi marazi, ona bağırıyor, buna bağırıyor…

Tam ergen ergen hareketler…

Yani… Kutlukhan dedi ki “Ama yani çocuk, işte annesi babası o bilmem neyken ölmüş de işte Voldemort” falan… Pardon ama bunlar birinci kitabın hikâyeleri yani, niye beşinci kitapta hepsini birden hatırlayıp da ergenlik durumlarıyla birlikte okuyoruz? Gördü cezasını işte! (gülüşmeler)

Çekti çilesini canım… Profesörlerden favoriniz kim? McGonagall’a bayılırım ben mesela…

McGonagall? Çok iyidir gerçekten… Çok tatlı karakterler vardı ya… Benim Hagrid, Hagrid’i çok severim. Profesör demişken, bir site var, Sanal Hogwarts mı öyle bir şey; oradaki çocuklar bana Profesör Okyay diyorlar mail atarken falan çok şeker… (gülüşmeler)

Bu sizdeki “potterhead” olma hali zorunlu bir durumdan mı çıktı ortaya yoksa gerçekten sevdiğiniz için mi?

Ya şöyle; ben aslında birinciyi okumadan merak edip ikinciyi almıştım, yani nedir bu furya, n’oluyor Potter Potter ortalık yıkılıyor, diye… Okudum, hoşuma da gitti yani, güzeldi. Sonra aldım biri de okudum İngilizce, sonra Ülkü’nün çevirisini okudum derken… Yani aşinaydım tabii ama sevmiştim de… Gerçi daha sonra daha fazla sevdim çünkü güzelleşir kitaplar, daha fazla sevdim ama o kadarıyla da yetmişti yani. Bir defa fikir çok güzel, gerçi Ursula LeGuin küsmüştü ona bir parça, biliyor musun onu sen?

Aaa? Yok duymadım?

Ben de büyücü okulu yaptım, Roke var ya hani, kimse bu kadar itibar etmedi, diye… Gerçi o da çok okunan bir yazardır ve hakikaten çok iyi bir fantastik edebiyat yazarıdır ama aynı şey değil tabi… Onlar daha bir karanlık, daha farklı çocuklardı. Bunlar düpedüz çocuk, yani en büyük dertleri Slytherin’e seçilmek olabiliyor, ondan sonra zaten kötü olma yoluna girerlerse giriyorlar falan… Benimsenmesinde bunun da etkisi var sanıyorum, kendisini buldu çocuklar.

Gerçek dünyadan kopmaması, onunla iç içe olması da etkili oldu tabii…

Aynı zamanda büyüklere de tuhaf bir şekilde ümit verdi. Yani nasıl oldu anlamıyorum, onu tam olarak ifade edemiyorum ama orada, böyle sanki o sihir, insanları bence baştan çıkardı. Tabii bir de bir “looser”ı –çünkü Harry bir “loser” tanıdığımızda; köprü altı çocuğu ya, Kemalettin Tuğcu, haydi Dickens iyi ihtimalle! Yani anne baba ölmüş, bu yoksul kalmış, akrabalarının evine sığınmış, onu sevmiyorlar, merdiven altında yaşıyor, kötü muamele ediyorlar, kuzeni pataklıyor arada bir, böyle neredeyse elinin ucuna kadar gelen kazaklarını giyiyor kuzeninin falan… Yani bundan daha korkunç ne olabilir?- Bir “looser”ı alıyor ve bir “winner”a çeviriyor… Dolayısıyla bu, insanlara kaç yaşında olurlarsa olsunlar umut aşılamış oluyor. Belki çocukları açısından da umut veriyordur, “büyüyünce Harry ol yavrum” gibi… (gülüşmeler)

Tabii canım, şeyler var; on yedi yaşına geldiğinde Hogwarts’tan mektup alacağına inanan insanlar var ve hani bunun bir espri boyutu var, bir de ciddi ciddi bekleyenler var, çok etkileyici olabiliyor yani… Ayrıca zamansız, dönemsiz de bir seri Harry Potter?

Öyle öyle, hala baskı yapıyor ve biz hala baskı parası alıyoruz mesela… (gülüşmeler) Çünkü anneler belli bir yaşa gelene kadar okutmuyordu ya, çocuklar o yaşa gelince okumaya başlıyorlar, yani okuyanlar bitmiyor… Ama tabi çok da sürükleyicidir; bazen ben mesela eski bir kelimeye bakmak için açardım kitapları, ya şu kitaptaydı herhalde diye bulurdum ama bulduktan sonra nereden başladıysam okuya okuya sonuna kadar giderdim yani…

Ha-ha-ha! Yakalıyordu oradan yani… Laf arasında, Harry Potter sözlüğü gibi bir şey hazırlamayı düşünüyor musunuz?

Kendi yapacak onu, düşünüyorum, dedi, ansiklopedi boyutunda olacak, dedi… İzin vereceğini pek sanmıyorum yani. Ama güzel olurdu hani, hazır çevrilmiş durumda nasılsa.

Aa onu duymamıştım, güzel fikirmiş cidden. Neyse, sürükleyici diyorduk; benim de sabahladığım ilk kitaplardandır Harry Potter, cidden sürükleyiciydi, yani orijinalini okumadım ama Türkçesinden bildiğim kadarıyla…

Orijinali de güzel Allah için yani ama Türkçesi de hiç çeviri gibi olmadı tabii, esas olarak ona dikkat etmişizdir. Karakterlere göre konuşturmaya dikkat ettik mesela, ben biraz daha böyle Osmanlı’ya kaçıyordum -çünkü Osmanlıca daha zengin bir dil olduğu için nüansları belirtebiliyorsun onunla- Kutlukhan bana diyordu ki “Abi sen en iyisi Dumbledore’u konuştur, Dumbledore’da istediğin kadar kullanabilirsin!” (gülüşmeler) Ama çocuklarda mesela bazen yazarken “Ya Ron böyle bir şey der mi?” diyordum, demez gibi geliyorsa değiştiriyordum o zaman. Yani Ron’dan hiç beklemeyeceğin lafları ağzına koymak doğru olmazdı…

Tabii tabii, Viktor’u da aksanlı konuşturmuştunuz… Zengin bir dünyaydı neticede. Harry Potter evreninden çıkınca niye başarısız peki sizce? Boş Koltuk mesela?

Başarısız değil ki! Yani siz ona Harry Potter gibi bir şey olsun diye bakıyorsunuz ama polisiye açısından bakarsak… Bana Agatha Christie’nin Miss. Marple’ının moderni gibi gelmişti, oradaki gibi nüansları vardı. Ondan sonra, yine karakterlerin üstünde inceden inceye durmuş… Yani Harry gibi bir şey beklediğiniz için hayal kırıklığına uğradınız. Ben onu makul bir polisiye gibi düşünüyorum, daha iyileri vardır tabii de, kötü de değil. Ama tabi Harry’nin yerini tutamaz artık, çok zor yani herhangi bir şeyi sevdirmek…

Çıtayı o kadar yükseğe koyunca…

Ki janrı da değiştirdi, polisiye yaptı ama… Bence ansiklopediyi yapsın, en güzeli o.

Bence de, illa bir şeyler yazacaksa… (gülüşmeler) Harry Potter’ın sonuna değinelim; karanlık değildi belki ama biraz da fazla koyu gri olmamış mı? Lupin’in, Tonk’un, Fred’in ölmesi şart mıydı yani?

Kurşuni griydi hatta ama hayatta var bunlar, ölüyorlar işte, sevdiklerini kaybediyor, düşman sandığı bir insanın dost olduğunu anlıyor ölümünden sonra falan, bunlar iyidir bakma yani…

İyidir tabi de… Tamam, Snape öldü, onun ölümünü anlamlı kıldı falan ama…

Sirius ölmüş kardeşim bana bunlardan mı söz ediyorsun ya? (gülüşmeler)

Lupin’i de öldürdü sonda ama?

E artık o zaman ben alışmıştım; Sirius gitti, Dumbledore gitti… Artık öbürkü de gidecekti, belliydi yani. Belki de güçlü karakterler ölüyor şeklinde bir ders alabilirsin. Hepsi de çok sağlam karakterlerdi kitapta çünkü… Temel karakterlerdendi.

Ama ikizlerden birini öldürmek?

Ya ikizlerime çok üzüldüm gerçekten, çok üzücüydü. Onu öldürmeyebilirdi bak.

Yani, onu diyorum. Fred’in ölümüyle direkt bir ton koyulaştırmış finali, en neşeli karakteri öldürmek…

Ama o da öyle bir savaş ki; burada herkesin ölmesi normal yani, öyle düşünecek olursan, savaş diye bakarsan olaya…

Bedeli olmalıydı diye düşündü herhalde…

Fakat karanlık tarafı, “dark side”ı çok iyi anlatmıyor muydu ya? Bence çok iyi anlatıyordu. Mesela Bellatrix orada çok korkutucu bir karakterdir hakikaten, yani bence en kötü karakter oydu, yani saf kötü. Çünkü Voldemort’un hiç değilse bir amacı var, hedefi var. Bunda o da yok kardeşim, bu böyle kötülük olsun diye kötülük yapıyor yani… Ondan sonra da gitti filmde Helena Bonham Carter’ı oynattı! Hani kötü de bir oyuncu değil ama ben tamamen yönetmene bağlıyorum, çünkü marifetmiş gibi bazıları “okumadık kitapları” falan dediler o zaman… Yönetmenin engel olması gerekirdi böyle bir şeye, tımarhaneden kaçmış deli karı gibi oynadı ya Bellatrix’i… Filmlerden o kadar kötü olduğu anlaşılmıyordu karakterin, bir deli karı dolaşıyor ortalıkta gibiydi. (gülüşmeler)

Ama tip olarak çok uymuştu Bonham, hayran olmuştum ben…

Tip çok uymuştu canım, adam gibi oynasaydı çok daha iyi olurdu yani çünkü öyle farfara bir karakter değildi, tak diye yapıyordu kötülüğünü sadece.

Tabi tabi histerik değildi o kadar, o yönden kayıp oldu.

Ondan sonra şey vardı mesela, kehanet hocası, Trelawney… Emma Thompson gibi bir oyuncunun bu kadar mübalağalı oynamasını hiç beklemezdim. Tamam, kadın da tuhaf bir kadın ama öyle de bir tuhaf değil yani…

Deli değildi en azından doğru…

Ama en büyük hayal kırıklığım Gary Oldman’dır! Kötü oynadığı için değil, “Altın madeni buldum sanıyordum beni öldürdü,” dediği için, bir de kitapları okumamış… Çok ayıp şeyler, yani oyuncu olarak ayıp canım, yoksa biz kitabı seviyoruz diye değil.

Dumbledore’un değişmesine ne diyorsunuz?

E adam öldü ya hu?

Tamam ama… Hani karakter de değişti; daha dinamik, daha dinç bir Dumbledore oldu.

Oynayan adam daha gençti de ondan…

Yine de eski Dumbledore’a yakın bir karakter çıkarabilirdi ortaya?

Ki iyi de bir oyuncudur Michael Gambon ama çok hayal kırıklığı yarattı, orası kesin…

Öte yandan zaten ilk Dumbledore Voldemort’la savaşamazdı, o da var.

Değil mi değil mi, işte ondandır belki, savaşsın diye. Richard Harris’i de o yüzden öldürmüşlerdir belki, bari gencini koyalım da savaşsın Voldemort’la diye! (gülüşmeler)

Peki, en sevdiğiniz oyuncu seçimi? “Hah tam olmuş!” dediğiniz?

Snape abi, Snape… Yani müthiş, bu kadar iyi bir oyuncu, bu kadar iyi bir seçim... Ve ona hiç benzemeyen bir karakter -ki kendisi de zaten fizik olarak Snape’e benzemiyor, Snape daha başka bir karakter ama hiç yadırgadık mı? Hiçbirimiz yadırgamadık… Tabi Maggie Smith de yani, McGonagall.

McGonagall kitaptan bile iyi canlandırdı bence, yukarı taşıyan o oldu karakteri…

Evet evet, öne çıkardı… Harris tabi, Dumbledore olarak, Hagrid’i de ben çok seviyordum, Robbie Coltrane…

Draco Malfoy’u da ben pek başarılı bulmuştum, Tom Felton…

O da çok iyi bir çocuktu değil mi, sonradan böyle bir şey oldu…

Değişti sonradan, bozuldu biraz…

Büyüdü sadece canım, bozuldu demeyelim (gülüşmeler) Mesela Ron, sonuna kadar aynı kalarak büyümüştür. Harry de aşağı yukarı öyle. Bir Hermione değişti, çünkü kız daha büyüdü, güzelleşti, yapacak bir şey yok.

Aa hele Neville Longbottom! Gerçek değişim odur bence

O harikaydı ama değil mi? Gerçek değişim odur hakikaten... Büyüdü ve daha hoş oldu. O durum da böyle, hayalleri daha bir körükleyen, tırmalayan bir şey oldu değil mi?

“Herkes için ümit vardır” mesajını verdi resmen (gülüşmeler)

Aynen herkes için ümit vardır mesajı… Belki de nedeni budur, büyük küçük herkes tarafından sevilmesinin nedeni; herkes için ümit vardır sloganıyla ortaya çıkıyor çünkü…

Evet evet, hiç böyle ümitsiz vaka yok. Bellatrix’e bile iyilik aşılamaya çalışıyorlar kitaplarda; Sirius’la akrabalığı…

Ablası biraz daha makul bir insan mesela… Onun da kocasıyla kardeşinin arasında kalma gibi bir talihsizliği vardı. Bak şeyi çok severim; hani başlangıçlarda bir Nagini’nin gelmesi vardır, bir de Snape’in iki kardeşle buluşması…

Tarlada koştuğu sahne, evet…

Bunlar çok güzel başlangıçlardı. Tabi sinemada sen ne kadar beğenmesen de yapım tasarımı harikaydı ve her şey gözünün önüne geliyor. Ben hep onu diyorum; böyle dönen merdivenler, Hogwarts falan, okumak başka gözünün önünde görmek bambaşka bir şey yani… Quidditch sahneleri mesela…

Evet evet, Quidditch sahneleri-

(aynı anda) kitaplardan çok daha iyiydi mesela! (gülüşmeler)

Kitapta gözünün önünde canlandıramıyorsun doğru düzgün. Kutlukhan bana diyor ki “Bunun nesini anlamıyorsun ya baskete benziyor.” Neresi baskete benziyor be?! Ben yıllarca basket oynadım hiç böyle bir şey yok. Ben de bir kere şey yok, hani üç boyutlu düşünme derler ya, o yok. Yani havada uçarak nasıl basket oynuyorsun, uçan basket mi? Ama tam değil yani, basket de değil…

Değil değil… Şimdi oynamaya başladılar biliyorsunuz, İngiltere’de başladı ilk…

Quidditch’i? Uçuyorlar mı? (gülüşmeler)

Yok yok, süpürgeyle zıplıyorlar…

Ha-ha-ha…

Valla, bayağı şampiyonası falan var, hatta Türkiye’de de ufak tefek toplanmaya başladılar yavaş yavaş…

Vay canına bak bunu bilmiyordum işte görüyor musun, demek insan her zaman bir şey öğrenebiliyor, çok güzel.

Hayranlık meselesi dur durak bilmiyor yani...

Tabii, o dönemler çocukların hepsi gözlük takmaya başlamıştı, yatılı okullar adam almıyordu, yani normal yatılı okullar… Gerçi bir kısmı gittikten sonra çok bozulmuşlar “Bu ne be, böyle bir şey miymiş yatılı okul,” diye… Bak aklıma geldi; Şahgaga nasıldı ama? Bir tane Şahgaga’m olsun isterdim mesela…

Ben de baykuş istiyorum, gerçek de olabilecek bir şey ya hani. Uzun vadede niyetim de var açıkçası, hani yaban hayatında tutunamayacak bir baykuşu evlat edinmek gibi… Benim de aklıma Dobby geldi şimdi; herkes çok üzülür ona ama hep unutulur, o kadar konuştuk hiç aklımıza gelmedi mesela…

Aa nasıl gelmez; tam bir özgürlüğüne kavuşmuş köle figürü o. Çorap meselesi vardı onun değil mi?

“Efendi bana çorap verdi” (gülüşmeler) O mesela hiç filmlerde yansıtılmadı, Hermione’nin ev cinlerini özgürleştirme hareketi falan…

Hiç bahsetmediler evet, Amerikalıların kendileri de bu işi daha beceremedikleri için tam olarak… (gülüşmeler) Devlet gibi şirketler kardeşim, sansürlemiş olabilirler yani…

Aa aklıma gelmişken; filmlerin çevirilerinde rol aldınız mı?

Yo hayır. Teklif de ettik oysa… Yalnız çok korkunçtu gerçekten. Ben ilkini gördüm, özel gösterimdeydi, Kutlukhan’a da seyrettirmedim, arka sırada oturuyordu… “Abi önüne bak, oku” diyor, ben olmaz deyince de “Ya dinle o zaman dinle!” diye… (gülüşmeler)  Ülkü’nün de ailesinden biri mi rahatsızdı, bir durum vardı, “Çeviremem ama yollayın düzelteyim,” demiş, yollamamışlar. İkinci film de öyleydi, üçüncüden sonra kitaplara bakmaya başlamışlar. Onu diyordum ben de, “Tamam kardeşim ya, bize yaptırmak zorunda değilsiniz de Allah rızası için kitapları okuyun yani.”

Dublajları da çok kötüydü…

Evet evet, Yüzüklerin Efendisi’nin dublajı çok iyidir halbuki… Ama ben her zaman orijinal seslendirmeyi tercih ederim yani, çünkü oyuncuları seçerken sese de dikkat ederler ya…

Öyle tabi de Gandalf’ın “You shall not pass!” sahnesi olmuştu yani, rahmetli İstemi Betil seslendirmişti.

Yüzükler mesela iyi bir uyarlama, olabileceği kadar iyiydi…

Yani, Hobbit kadar rezalet olmadığı kesin.

Ama Hobbit’i uzattığı için rezil etti…

Ya Yüzükler’e de ekleme çıkarma yaptı ama bağlı kaldı bir şeylere… Hobbit’te uydurdu yani resmen. Cüceyle elf’in aşkı n’alaka yani?

E şu kadarcık kitap Hobbit, bir tane Yüzüklerin Efendisi filmi zor çıkar. Yoksa kitabın kendisi zayıf olduğu için değil yani, ben Hobbit’i her zaman daha çok severdim çünkü çok saf, çok güzel bir kitaptır… Ama o baştaki Shire sahnesi herhalde herkesi yakalamıştır diye düşünüyorum, çok güzeldi çünkü... Tam Tolkien’ın da hayaliydi yani, hani İngiltere’nin sanayileşmesine çok karşıydı ya, onun çocukluğunun İngiltere’si tam… O çok güzeldi ama zaten onu da çok fazla görmüyoruz. Bir de en büyük şansı Martin Freeman, yani onu da Sherlock Holmes’dan seviyoruz ama çok güzeldi… Hatta sonra Cumberbatch’in de ejderhayı seslendirmesi çok hoştu, tuhaf bir şekilde bir araya gelmişlerdi yeniden…

İlk film yine güzeldi bence, ondan sonra mahvetti…

Aynen, bari iki film olsaymış… Mesela bak ben LeGuin’in niçin doğru düzgün bir sinema uyarlaması yapılmıyor çok merak ediyorum...

Yerdeniz’i denediler ama beceremediler…

Evet evet, biliyorum onu. Ama o korkunçtu ya, yani başka hiçbir karşılığı yok, çok korkunçtu… Miyazaki’nin oğlu bir animasyon uyarlama yaptı, o daha iyiydi, makuldü yani, seyredilebiliyordu en azından…

Evet daha iyiydi ama LeGuin onu da beğenmediğini söylemişti.

Beğenmez tabi, onlar da iyice lay lay lom yaptı, çocuk filmi gibi… Ama Ged hakikaten benim fantazyadaki en büyük karakterlerimden biridir…

Niye beceremiyorlar acaba sinema işini?

Hayal güçleri yok bence… Yani sadece film yapmakla, bunu buradan alıp oraya aktarmakla, para kazanmakla ilgileniyorlar… Hâlbuki düzgün yapsalar para da kazanabilirler yani…

Peki, biz burada niye bu kadar geriden takip ediyoruz fantazyayı? Yani Yüzüklerin Efendisi’nin çevirisi bile 90’larda yapılıyor, o da çevirmeninin ısrarıyla yani…

Bir kere bizde öyle net bir mitoloji yok. Tamam, Anadolu efsaneleri var ama onların da genel kabul edilmiş bir hali yok; kimisi bölgesel, yerel, başka başka anlatımlar var. Zenginlik konusunda da sıkıntılı biraz… İslam fantazyası var biliyorsun, çok yükselen; onların yazarlarından bir tanesi diyor ki “Ben burada olan konulara dayanıyorum, mesela bir Türk’e evinde trol var girme desen umrunda bile olmaz, cin var desen korkar girmez” diyor. Bunu bu şekilde kullananlar var, yapıyorlar yani, çok da satanları var… Ama durumun kötü olduğunu düşünmüyorum ben, özellikle geç başladığımızı düşünürsen. Barış Müstecaplıoğlu mesela başından beri okuduğum için gözümüzün önünde olgun bir yazar haline gelişine tanık olduk, Barış iyi bir fantazya yazarı ve daha da var başka isimler... Tam olmamış olsa da çok iyi hasletleri olan adamlar var mesela Erbuğ Kaya çok güzel karakter yaratır, FRP’ci çünkü, takır takır yaratıyor, biraz daha onları derinlemesine götürdüğü zaman çok iyi bir yazar olacak… Hamit Çağlar Özdağ var, Anadolu efsanelerinden yola çıkmasa da onların dilini kullanıyor, o da bana çok hoş geliyor yani… Doğu Yücel iyi bir yazardır mesela. Ondan sonra- yani o kadar çok iyi genç yazar var ki bazılarının isimlerini bilemiyorum tabii… Bir de şey var mesela, fantastik edebiyatla bir ilgisi olmadığı halde yazanlar; Murathan Mungan mesela, Şairin Romanı harikulade bir kitaptır yani sahiden… FABİSAD’ın roman ödülünü aldı onunla…

Fantastik yazılmıyor değil de, janr olarak pek kabul görmüyor ülkede?

Ya tabi yavaş yavaş olacak şeyler bunlar, affedersin de orada da beş yüz yıldır yazılıyormuş da anca bunlar çıkmış yani, daha dur bakalım… Ben yavaş yavaş iyice oturacağına inanıyorum; yani mesela bu yıl hemen hemen hepsine fuarda imza günü yapıldı, çok ilgi topladılar, hepsinin hayranları var, çok hoşuma gidiyor bu durum. Yiğit Değer Bengi var mesela, Altay Öktem var, Gülşah Elikbank var… FABİSAD’ın buradaki fantastik edebiyat için bir meşale gibi olduğunu düşünüyorum çünkü biz gittiğimiz her yerde şunu görüyoruz; önce öğretmenler, sonra aileler, hani saçma sapan şeylerle uğraşma gibi bir duruş koyuyorlar. Harry Potter’a satanist denen bir dünyada yaşadığımız için başka taraflara çekenler de var, o yüzden yasaklanmasını istemişlerdi hatta… Yani böyle çok karşı çıkan insanların yanında mahcup oluyorlardı ilgilenmeleriyle bile, yazmalarıyla hayli hayli… Ama şimdi buna böyle önem verildiğini gördükçe biraz daha yerleşiyor. Daha iyi olacağına inanıyorum açıkçası, eskiden böyle bir hareketlilik de yoktu. En çok hoşuma giden de; FABİSAD öykü yarışmasına birisi katıldı, Antalya’dan, İlyas Engiz Bey, 77 yaşında, birinci oldu… Bundan daha güzel bir şey olabilir mi ya?! Yani çok faal bir dernek, sponsor da bulabilsek daha iyi olacak, bunu da söylemiş olayım da belki birinin kulağına gider yani… Velhasıl buradaki durumu iyiye gidiyor görüyorum, zamanla daha da iyi olacak.


Fantazyanın olduğu yerde umut bitmez diyelim o halde…

17 comments:

  1. Ne güldüm... Daha önce çevirmenlerine, çok sevgili Harry Potter'ın o kadar dikkat etmemiştim, çok güzel olmuş bu söyleşi. O ansiklopedi de olsun, hatta biz direkt Türkler olarak baskı yapalım Rowling'e (çok ağırlımız var ya sanki), bir şekilde gerçekleşsin o olay. Hem İngilizcesi hem Türkçesi olsun tadından yenmesin. En çok bana yarar herhalde, bazen terimlerin Türkçeleri kayboluyor zihnimde, "nargle" neydi hala hatırlayamıyorum mesela... Elinize sağlık.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Cursed Child'dan sonra "artık Harry Potter yazmayacağım" diye açıklama yaptı Rowling ama bu açıklamayı mütemadiyen yapıyor zaten, dolayısıyla umut kesilmez :) "Hımhım" olarak çevrilmişti "nargle" :)

      Delete
  2. Ne güzel söyleşi olmuş ya, çok hoşuma gitti. Bu arada, "muggle'ı nasıl çevirirdik" konusu geçmiş ya, Dost Yayınları'nın bastığı ilk kitapta Mustafa Bayındır "içdaraltan" olarak çevirmişti, Yapı Kredi böyle kullanmadı diye hâlâ üzülürüm. :)

    ReplyDelete
    Replies
    1. Hahaha çok şahane bir çeviriymiş hakikaten, tam olarak kelimenin karşılığını veriyor :) Böylece neden çevrilmediğini de öğrenmiş olduk bu arada tabi...

      Delete
  3. ne kadar güzel bir söyleşi olmuş. emeğinize sağlık.

    benim de seride en sevdiğim karakterler sirius ve lupin'di. ikisinin de ölümüne çok üzülmüştüm. sevin hanım'la bu konuda aynı fikirde olmamıza sevindim.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Pek çok Potterhead gibi düşünüyor Okyay çoğu konuda, o yüzden daha da keyifli oldu kendisiyle söyleşi yapmak :) Yorumunuz için ben teşekkür ederim.

      Delete
  4. Kitap bloğuma sizi de bekliyorum :) elifinkutuphanesi.blogspot.com.tr

    ReplyDelete
  5. https://tutsakkelebek.wixsite.com/tutsakelebek

    ReplyDelete
  6. Nice website.
    I folowing you now, follow me back please.
    Have a nice day.
    SimonetaBlog

    ReplyDelete
  7. Bu yazı için teşekkür ederim harika paylaşım yapmışsınız sıkılmadan okudum. Benim tavsiyelerime göz atmak istermisin.
    Hello, you have a great blog. I'm waiting for my blog
    Hz Adem Cenneten Neden Kovuldu

    Tek nefeste Okunan Kitaplar

    Karşılıklı Blog destekleri

    ReplyDelete
  8. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  9. Harika bir söyleşi! Bayıldım !! Teşekkürler.

    ReplyDelete
  10. Emeğinize Sağlık ! Teşekkürler

    ReplyDelete
  11. bayıldımmm

    https://fosyoloji.blogspot.com/2019/02/cunku-biraz-seyiz.html

    ReplyDelete
  12. Harika olmuş, ne zaman izlesem ya da denk gelsem hayal gücümü harekete geçirip canlandırmaya yetiyor...
    Yeni açtığım blog sayfama seni de bekliyorum, öneri ve yorumların için şimdiden teşekkürler. :)

    ReplyDelete
  13. Selamlar blogunuzu takipteyim sizde blogumu takip edip son yazıma yorum yazarsanız çok ama çok mutlu olurum :)

    ReplyDelete
  14. Sirius çok sağlam bir karakter.
    Reklamlar
    http://karyadanyazilar.com

    ReplyDelete